Algılamalar farklılaşıyor
Belirsizlik ve kırılganlık algılamasının arttığı, riskten kaçınma eğiliminin güçlendiği enflasyonist endişelerin yerini deflasyonist olanlara bırakmaya başladığı bir haftayı geride bıraktık. Küresel düzeyde emtia ve sermaye piyasaları geriledi, doların ise diğer paralara karşı kayıplarını kısmen geri aldığı gözlendi. Başta Yunanistan'ın durumu olmak üzere euro bölgesine ilişkin sorunlar küresel gündemin üst sıralarına tırmanırken, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan parasal sıkılaşma haberleri görece önemsiz kaldı. Ülkemizde ise mart ayı cari açık rakamı hâlâ pembe tablo çizmeye çalışanları bile sarstı!.. Küresel düzeyde risten kaçınma eğilimi artar ve sermaye hareketleri daralma eğilimine girerken, Türkiye'de dış açık ve dış finansman ihtiyacının büyümesi bu yılın ikinci yarısına ilişkin beklentileri hatırı sayılır ölçüde farklılaştırdı.
Bu yılın ilk üç üç aylık cari açık rakamının 22 milyar dolar seviyesini aşması, kredi genişlemesi konusundaki tartışmalarda bankacılık sektörünün ofsat pozisyonda olduğunu tescil etti. Türkiye ekonomisine ilişkin tüm göstergelerde belirsizliğin öngörülenden çok daha yüksek olduğunu açığa çıkardı. Finansa edebildiğimiz sürece cari açık sorun yaratmaz söyleminin yaratıcısı olan banka lobisi, önceliklerin ve devamında her şeyin değişeceğini kabullenmek zorunda kalacak gibi görünüyor; fakat sekiz yıldır uyguladığı bu tabloyu yaratan stratejisini nasıl değiştireceğini, değişmiin sonuçlarına nasıl katlanacağını bilemiyor... Evet krediler bir şekilde kısılacak, devamında ise iç talep daralacak, büyüme ivme kaybeder iken işsizlik yeniden artacak, sorunlu krediler oransal olarak yükselir iken menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlıklar değer kaybedecek, bütçe açığı ve kamu finansman ihtiyacı yükselecek; zaten sorunlu ve kırılgan olan sosyal dengeleri ve istikrarı korumak çok zorlaşacak... Bunların hiçbirinin bir daha olmayacağı varsayımına dayanan banka stratejileri ve yalnız söz konusu sektörün değil, tüm ekonominin kabusu olacak. Tüm çılgın projeler raflara kaldırılmak durumunda olacak...
Başta sorunlu üyeler olmak üzere euro bölgesinde ciddi bir teşhis hatası yapıldığını düşünüyorum, mali reformlar umulan sonuçların ortaya çıkmasını sağlayamayacak. İki yıldır aynı reçetede ısrar edenlerin neden başarılı olunamadığını sorgulaması ve günü kurtarmaktan vazgeçmesi gerek. Eğer sorun bankacılık krizi ise, güven ortamı tesis edilemiyor ve halk kitlelerinin desteği sağlanamıyor ise katı mali reformlarda ısrar etmek zaman kaybetmek ve sorunların büyümesin izin vermek dışında bir anlam taşımayabilir. Ekonomi büyümez, bütçe açıkları küçülmez, varlık değerleri eridikçe borç yükleri ağırlaşır. Sorunlar euro bölgesinin diğer üyelerine de bulaşır. IMF'nin ve euro bölesindeki kararlarda belirleyici olan üyelerin yaptığı hata da budur. Krizin diğer üyelere de yayılmaması için mali reformda ısrar ediyorlar, fakat yanlış teşhis nedeniyle yayılması için çalışıyorlarmış gibi sonuçların ortaya çıkmasını önleyemiyorlar. Sorunlu üyelerin halkları ile inatlaşmanın yapısı olamayacağını, yıkıcı olacağını göremiyorlar. Ortaya konulan basiretsizlik euronun ömrünü kısaltıyor.
Türkiye'nin ihracatında önemli pay alan bölgelere ilişkin belirsizliğin artması ve düzelme sinyallerinin ufukta görünmüyor olması, tedbir alınmaması durumunda cari açıkta yeni rekorlar kırılmasına sebep olabilir. Euro bölgesi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşanan gelişmeler ihracata ilişkin olarak olumlu düşünmeyi zorlaştırıyor; zira söz konusu böylgelerde yaşanan istikrarsızlıklar küresel rekabet koşullarını da etkiliyor, ihracat hedeflerini yakalaması zorlaşıyor. Hal böyle olunca cari açığın büyümesini önlemek için mal ve hizmet ihracını artırmak adına yeni arayışlarda ısrarlı olmaktan çok ithalatlarındaki artışı dizginlemek bu amaca uygun yeni tedbirleri devreye sokmak gerekiyor. İthalattaki artışı önlemek için alınaak önlemler iç talepten başlayarak tüm ekonomide değişkenleri olumsuz yönde etkileyecek. Beklentiler bu yeni rotaya girdikçe Türkiye'ye ilişkin risk algılaması ve fiyatlama farklılaşacak!.. Bankalar arasındaki rekaetin düzeyi, hepsinin benzer stratejiler olamsı gibi faktörler değişimin oldukça sancılı olabileceğini düşündürüyor. Kaçılan, akıldan bile kovulan, uğruna kendi gibi düşünmeyenlere haksızlık yapılmasını mübah kalan korkularla yüzleşmek kolay olmayacak...
Bugünün küresel koşullarında bazı kesimlerin hayal ettiği gibi cari açığın gayri safi milli hasılaya oranını yüzde 5 civarında tutmak pek mümkün olmaaycak gibi görünüyor. Son üç yılda görüldüğü gibi ya ekonomi çok daralıyor ve szö konusu oran yüzde 1-2 gibi seviyelere geriliyor ya da bugün olduğu gibi çift haneli düzeylere yelken açıyor. Deyim yerinde ise öngörülen düzeyi hep transit geçiyor. Bu tablo Türkiye'nin yapısal sorunları konusunda hiçbir şey yapılmadığı, sermaye hareketleri bol iken bu gerçeğin gözlerden uzak kaldığı anlamına geliyor... Gelişmiş ekonomilerde etkisini sinsice sürdüren ve büyüyen bankacılık krizi ise bundan sonra yaşanacakların öncesine göre çok daha istikrarsız olabileceğini söylüyor. Sermaye hareketleri kredileri ve cari açığ ıbüyütüyor, çılgın projeler gündeme geliyor ve sınırsızlık artıyor; sonra her şey değişiyor, hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını anlayanların sayısı artıyor...