Alçak dallardaki kolay meyveler

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Türkiye"nin o kadar gürültülü bir gündemi ve o kadar sorunu var ki, bu köşe için her yazı yazmaya oturduğumda hangi konuyu ya da konuları seçmek gerektiğine bayağı uzun süre kafa yormak zorunda kalıyorum. Gündemin değişmez lideri olan inşaat bombalarını bir kenara koysanız bile, bir dizi yeni ve sıcak tartışma konusu her biri birkaç yazıyı besleyecek içerikleriyle size el sallıyor. Ama hep bunları sırayla birkaç haftada irdelemeye karar vermişken, aralarındaki görünmez ilişkileri ve bağları farkediyor, mutlaka bu daha büyük sorunsallara da değinme ihtiyacı duyuyorsunuz. Anlaşılan bu ikilem hep devam edecek ve biz elimizden geldiğince hem tekil sorunlara, hem de bütüncül arka plana dikkat çekmeye çalışacağız.
TAFTA ve Varlık Barışı
Geçtiğimiz haftalarda da kalabalık, fakat kanıksanmış yinelemeler niteliğindeki pek çok konu arasında bazıları yeni ve dikkat çekiciydi. Bunlardan ikisinin üzerinde özellikle durmayı gerektirdiğini düşünüyorum: Birincisi AB ve ABD arasında, aslında çalışmaları uzun yıllardan beri süren ve ancak şimdi müzakerelerin başlatılmasına, iki yıl içinde de sonuçlandırılmasına karar verilen serbest ticaret anlaşması; kısaca TAFTA diye adlandırılıyor. Diğeri de birkaç yılda bir nükseden bir alışkanlığımızın, vergi affının yeni bir versiyonunun hazırlanmakta oluşu.
TAFTA, Türkiye sanayiinin ihracat ve ithalat yönünden haksız rekabete uğramasına ve ucuz hammadde temininde kösteklenmesine yol açabilecek bir gelişme. Temel sorun da AB ile aramızdaki Gümrük Birliği. Türkiye danışılmayan ama tek taraflı olarak olumsuz etkilenen bir ortak durumunda. Birlikte dünya ekonomisinin neredeyse yarısını, dünya ticaretinin de üçte birini oluşturacak bu büyük bloka eklemlenmek ve mekanizmalarında rol almak için Türkiye"nin kamu ve özel kesimlerinin topluca bir inisiyatif başlatmaları hem haklı hem de zorunlu. Ancak konunun teknik ayrıntılarının dikkatle irdelenmesi ve daha ümit verici görünen ABD kanadında yoğunlaşacak olan, lobi çalışmalarını da kapsayan, eylem planının titizlikle hazırlanması gerekli.
Vergi Barışı ise, muhtemelen küresel konjonktürün verdiği bir fırsatın değerlendirilmesi düşüncesiyle, bu defa sadece yurtdışı servetlerin yurda getirilmesini özendirecek sembolik vergili bir “Varlık Barışı” niteliğini taşıyor.
Mevcudu iyi yönetsek de yetersiz
Her iki konuyu da farklı boyutları ve etkileri ile önümüzdeki haftalarda biraz daha geniş bir şekilde irdeleyeceğim. Ancak bugün aralarındaki bir ortak özelliği, bir benzerliği unutmadan vurgulamakta yarar görüyorum. İkisi de haklı gerekçeleri ve pragmatik tutarlılıkları olan, fakat ülkenin mevcut dinamiklerinde bir gelişmeden ziyade sahip olduğu avantajları ve kaynakları arttırmaya yönelik inisiyatifler. Yani deyim yerindeyse mevcut yapıyı tahkim etmeye, sağlamlaştırmaya yarayacak adımlar. Bu çabalara girişirken, başarıyla sonuçlanması halinde bu niteliklerini önceden bilmemiz ve değerlendirmeyi gerçekçi bir şekilde yapmamız, gerek uygulamayı iyi yönetmemize, gerekse yararlarını abartarak asıl zorlu sorunlarımızı gözardı etmememize yardımcı olması açısından önemli.
Kuşkusuz sahip olduğumuz potansiyelin bütününü kontrol altına almamız yönünden bu türden pratik politikalar geliştirmeye ihtiyacımız var. Ancak bunları başarıyla hayata geçirsek bile temel sorunlarımız olan rekabetçilik, inovasyon, verimlilik ve kısaca nitelikli katma değer üretimi konusunda gelişme sağlamış olmuyoruz. Tıpkı bilgisayar, cep telefonu ve tablet sayısını arttırmakla teknolojik ve yenilikçi sıçrama yapamadığımız gibi. Katma değeri yüksek sektörlerde bizi ön saflara itecek, piyasa ile uyumlu stratejik planları ve modelleri de oluşturamıyoruz. Konjonktürün iyi yönetilmesi ve mevcut yapının en avantajlı şekilde üretime yönlendirilmesi ile sınırlı bir başarı tasarımının bizi götüreceği yer ise maalesef özlediğimiz düzeyin gerisinde kalacak.
Vizyon sadece kamu yönetimine bağlı
Sanıyorum arka plandaki temel sorunlarımızdan biri gelişme sürecindeki öncülük rolünü ve vizyonu sadece devletten, kamu yönetiminden bekliyor oluşumuz. Kamu yönetimi kadar, hatta belki ondan da fazla özel kesim, ekonomide devletin rolünün yüksek kalmasından yana. Yani gelişmenin ivmesi, sadece kamu yönetiminin vizyonuna bağlı kalıyor. Ticaret anlaşmalarında ve vergi aflarında kolayca sağlanan kamu özel işbirliğini, tasarım, teknoloji, yenilikçilik, esnek emek piyasası gibi alanlara taşıyamayışımız bundan. Kamu yönetiminin arada bir umut veren "ihracatta kilogram fiyatını arttırmak", "bölgesel lider olmak", "marka yaratılmasını özendirmek" gibi vizyon kıvılcımları da yetersiz kalıyor.
Meslek hayatımda Amerikalı muhataplardan sık sık duyduğum güzel bir tanımı kullanacak olursam, "alçak dallardaki kolay meyveler" bize yetiyor. Yukarıdaki dallara ulaşmak için gereken zahmeti göstermezsek, yani yüksek katma değerli üretime odaklanmayıp milletçe inşaata kilitlenirsek nereye varabiliriz ki? Kısır döngüyü kırmak için yeni ve kapsayıcı bir toplumsal atılıma, bu arada iş dünyasında bir zihniyet ve örgütlenme dönüşümüne ihtiyaç açıktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019