Alaçatı'da eylül

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Atkestanelerinin, çınarların, kavakların sararmaya başladığı, serin rüzgârların estiği, denizin biteviye çalkandığı, lacivertin hırçınlaştığı, kurşuniye dönüştüğü, derin gök gürültüleri, ürpertici, öfkeli şimşekler eşliğinde yağmurların yağdığı, kara kara bulutların gökyüzünü sardığı aydır eylül. Eylülün habercisi günler, ağustosun ikinci yarısından itibaren başlar.

En güzel eylül tarifi, Mehmed Rauf’un “Eylül” romanındadır:

“Eylülde, sanki bahara hasret çeken üzgün bir tazelik, sanki üzerine çöken kışa, kendini mahvetmek isteyen sonbahara rağmen devam etmek, yine bahar olmak mücadelesi vardır; fakat bunun muhtaç olduğu şeylerden mahrumdur. (…) Ne renk, ne de güzel koku! İşte yapraklar ölüyor… Rüzgâr insafsız, yağmur inatçı, her şey çürüyor!”

Atkestanelerinin, çınarların, kavakların sararmaya başladığı, serin rüzgârların estiği, denizin biteviye çalkandığı, lacivertin hırçınlaştığı, kurşuniye dönüştüğü, derin gök gürültüleri, ürpertici, öfkeli şimşekler eşliğinde yağmurların yağdığı, kara kara bulutların gökyüzünü sardığı aydır eylül.

Eylülün habercisi günler, ağustosun ikinci yarısından itibaren başlar. Havalar döner. Rüzgârlar üfürür, güneş ışınlarının tonu, bir başka parlar… Yazın buğusu, pusu temizlenir, berraklaşır gökyüzü ve seyretmeye doyamadığım ufuk çizgisi… Akşamüzerleri ise sonbaharın sarı rengi yapışır her şeyin üzerine…

İşte o mevsim geçişinde Alaçatı bir başka güzeldir… Restoranlardan, eğlence mekânlarından uzakta durur, Alaçatı’daki tek tepeden iki renkle menevişlenen suyun üzerinde kelebekler gibi uçuşan rengârenk yelkenleri seyrederim. Türkiye’nin en iyi sörf parkuru buradadır. Dünya klasmanında da ilk sıralarda yer alır…

Ağustosun son günlerinde bir kez daha Alaçatı’daydım… Limak Vakfı’nın kurduğu Limak Filarmoni Orkestrası, Zeki Müren şarkılarının konser turnesini, Alaçatı’nın yanı başındaki Çeşme’de tamamladı. Tenor Murat Karahan’ın solistliğini yaptığı orkestra, Çeşme Açıkhava Tiyatrosu’nda verdiği, benim de izlediğim konserde izleyicilere keyifli, kimi zaman duygusal saatler yaşattı. Öncesinde doğanın rüzgâr uğultusu, gök gürültüleri, şimşekler ve yağmur şakırtısından oluşan senfonisini dinlediğimiz etkinliği, Pazartesi günü Ehlikeyf’te anlatacağım…

Bugün, Alaçatı ile devam etmek istiyorum…

Alaçatı, rüzgârı devamlı karadan alıyor. Bu nedenle sular durgun. Yani sörf için yeterli kuvvette esinti var, ama sular aşırı dalgalı değil… Pirî Reis, “Kitab-ı Bahriye”sinde “Alaca at limanında deniz yufkadır” derken bu durumu kastetmiş herhalde. Akıntının, rüzgâr ile aynı yönde olması da sörf yapanlara kolaylık sağlıyor.

Alaçatı’nın rüzgârı, modern yel değirmenlerinde enerjiye dönüşüyor. Dev kanatların gökyüzüne attığı kulaçlar, Çeşme-Alaçatı yolunda çarpıcı manzaralar oluşturuyor…

Cenevizli tüccarların, Rumların, Yugoslavların yıllarca mekân tuttuğu Alaçatı’da bağcılık, tütüncülük yapılmış yüzyıllarca. Yakın tarihlere kadar da anason, zeytin ve enginar yetiştirilmiş…

Bugün, o tarlalar kaldı mı, hâlâ tarım yapılıyor mu, doğrusu son yıllarda sormaya cesaret edemiyorum! Alaçatı’nın kumlu ve kireçli toprağında yetişen tatlı ve sert bir kavun türü var, çürümeden uzun süre saklanabiliyor; onun akıbeti de öğrenmek istemediğim konulardan birisi…

Alaçatı’da hemen her dondurmacıda sakız dondurması satılıyor… Muhallebi ve sütlaca da karıştırılan sakız, reçele ve içeceklere de katılıyor… Kahvenin yanında gelen suyun içine sakızlı bir kaşık koyuluyor… Çeşme yarımadasının karşısındaki Sakız Adası’ndan, nâm-ı diğer Chios’tan getirilen sakızlar kullanılıyor… Sakız ağaçlarından süzülen damlaların yaşlı kadınlar ve çocuklar tarafından nasıl toplandığını adada merak ve ilgiyle izlemiştim…

Bir zamanlar her yerinden fışkıran sular nedeniyle (bugün 14-15’i ayakta) yüz kadar çeşmenin bulunduğu Çeşme’de 6 bin yıldır sakız ağaçları yetişiyor. Azalan sayılarının çoğaltılması için çalışmalar yapılıyor. Kuduz, yılan sokmaları, mide, akciğer ve bağırsak rahatsızlıklarına karşı çeşitli ilaçların yapımında da kullanılan sakızın şifalı özellikleri de var… Şifa deyince, Ilıca’nın denizin içinden kaynayan kükürtlü sularını da unutmamak gerekiyor…

Can Yücel’in çok sevdiğim Sakız Ağacı şiirinin iki dörtlüğü ile bir kez daha veda ediyorum o “çılgın” kalabalıktan uzakta birkaç saat olsun yaşamaya çalıştığım Alaçatı’ya:

“O bir sakız ağacıydı alelade;
Bir gün o yeşil sahile çıktı geldi,
O zaman bu zamandır memnun yerinden;
Seyreder bulutları, göğü, denizi.

Titreşirdi rüzgârla güneşli yaprakları;
Ömür sürdü öyle hoşnut dünyasından,
Aydınlıktan uyku tutmazdı bazı geceler,
Motor sesleri duyulurdu uzaklardan.”

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar