AKP'nin 1 Kasım sonrası attığı en akıllı adım

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

1 Kasım akşamı seçim tablosu belli olduktan sonra kamuoyunda oluşan genel kanı, AKP'nin hemen ertesi gün kolları sıvayıp başkanlık için adımlar atmaya başlayacağıydı. Hatta bu yüzden, 1 Kasım öncesindeki gerilimin bitmeyeceği dile getiriliyor, tersine bu kez başka bir gerilimle karşı karşıya kalacağımız kaygısı yaşanıyordu. Ekonomik açıdan da nefes almamız pek mümkün görünmüyor gibiydi.

Ama AKP, çok farklı bir stratejiyle çıktı ortaya. Sanki başkanlık hiç gündemde yokmuş gibi bir stratejiyle... Başbakan Davutoğlu, seçimden hemen sonra yaptığı açıklamada bu konuya birkaç kez değindi. Birinci önceliklerinin başkanlık olmadığını söyleyen Başbakan, içinde bulunulan koşullarda başkanlığın matematiksel açıdan da mümkün olmadığının altını çizdi. Doğruydu; AKP'nin 317 milletvekilinden biri Meclis Başkanı seçilecek, dolayısıyla bu isim Anayasa değişikliği oylamasında oy kullanamayacak, referandum için gerekli sayı olan 330'a ulaşmak için de 14 milletvekiline ihtiyaç duyulacaktı. 

Seçim biter bitmez, Meclis açılır açılmaz; verilmiş onca söz dururken, çalışanlar asgari ücret vaadinin sonuçlanmasını beklerken, ekonomide atılması gereken bir dizi adım varken, başkanlık konusuna yoğunlaşmak ve bunun için başka partilerden transfer yapmaya yönelmek AKP için ciddi bir puan kaybı olurdu. Bu puan kaybı, içeriye karşı çok şey ifade etmezdi kuşkusuz. Seçmen, bir daha sandık başına dört yıl sonra gidecekti nasıl olsa. Ama ekonomide radikal adımlara yönelinmediği takdirde Türkiye'yi dış kaynak bulma zorluğu bekleyecekti. Aslında zaten var olan bu zorluk, iyice belirginleşebilecekti, asıl sıkıntı buradaydı. Dolayısıyla tez elden yapılması gereken, ekonomiyle ilgili önlemleri almaktı.

İşte AKP yöneticileri bu gerçeği iyi gördü, iyi okudu. İlk iş olarak başkanlık konusunu ele almak hem içeride, hem dışarıda olumsuz bir algı doğuracağı gibi, hem de gizli yapılacak bir oylamada başarısız olma gibi bir yenilgiyle de karşı karşıya kalınabilirdi. Oysa ekonomide geniş kitlelere nefes aldıracak gelişmeler yaşatılabilir ve AKP toplum nezdinde daha güçlü bir parti görünümüne kavuşursa, bu güçte lokomotif unsur konumundaki Cumhurbaşkanı Erdoğan daha da ön plana çıkar, böylece Anayasa değişikliği oylaması için gereken 14 ismi bulmak da kolaylaşırdı, firesiz bir oylama geçirme olanağı da artardı. Öyle anlaşılıyor ki plan buydu ve 1 Kasım sonrasının tüm tahminleri boşa çıkarılarak bu plan hayata geçirildi.

Gecikme Erdoğan'ın lehine

AKP içinde sesi çıkmayan, çıkamayan gönülsüzler olsa da Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlık sistemine geçişi zorlayacak, bundan hiç kuşku yok. Üstelik, seçimden sonra hemen başkanlık arayışının gündeme gelmemesinin Erdoğan'ın onayı olmaksızın yürütülmekte olan bir politika olduğu da söylenemez. Bu politikada, mutlaka ama mutlaka Erdoğan'ın onayı vardır. 

Hem Erdoğan şu an fiilen yarı başkanlık, yerine göre başkanlık görevini yürütmüyor mu. İşte G-20'deki durum ortada.

Türkiye başkanlık sistemine geçtiği takdirde, bu ne kadar geç gerçekleşirse Erdoğan'ın avantajına. 1982 Anayasasını hatırlayalım; geçici 1'inci madde uyarınca dönemin Devlet Başkanı Kenan Evren, Anayasa'nın kabulünden sonra otomatik olarak Cumhurbaşkanı sıfatı kazanmış ve iki yıllık devlet başkanlığından sonra yedi yıl da cumhurbaşkanlığı yapmıştı.

Erdoğan Cumhurbaşkanlığı görevine 2014 yılının ağustosunda seçildi. Başkanlık da örneğin 2016'nın ağustosunda gerçekleşse ve mevcut anayasaya göre süre beş yıl olsa, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı+başkanlık süresi toplamda yedi yılı bulacak demektir. Yine mevcut anayasaya göre bir kişi iki kez cumhurbaşkanı seçilebileceği için, aynı durumun başkanlıkta da korunacağı varsayılırsa, Erdoğan 2021 yılında yapılacak seçimde de aday olma olanağı bulabilecektir. Ve bu seçimi de kazandığı takdirde Erdoğan 2026'ya kadar başkan olarak kalacaktır. Bu, Erdoğan'ın Türkiye'nin çeyrek yüzyılına damgasını vurması demektir.  

Hiç kuşkunuz olmasın, böylesine uzun vadeli hesaplar yapılmaktadır. O yüzden de, seçimden hemen sonra başkanlık konusuna dalıp cepteki 316'yı da tedirgin etmeye, zaten 1 Kasım sonuçlarını hazmetmekte zorluk çeken muhalefet partilerinden şu koşullarda milletvekili çekmeye zorlanmanın alemi yoktur. 2026 hesaplarının yapıldığı bir süreçte öyle üç beş ay beklemekte ne sakınca olabilir ki. 

Çok küçük bir olasılık olarak şu da mümkündür elbette. Gerçekleştirilebildiği takdirde Anayasa değişikliği başka türlü de yapılabilir ve mevcut cumhurbaşkanının otomatik olarak başkan olamayacağı öngörülebilir, bu da bizi anayasa referandumundan sonra başkanlık seçimi için sandığa götürebilir. Teorik olarak bu mümkündür, ama ne Erdoğan, ne de AKP bunu göze alır ve gidilecek bir seçimde başkanlığı kaybetmek gibi bir risk doğurabilecek böyle bir hüküm Anayasa değişikliği metnine konur.  

Ama ya akıntıya kürek çekilirse...

Bu sıraladıklarımız biraz duyum, biraz da gözlem ve varsayım tabii ki, zihin okuma yeteneğimiz elbette yok. Ama bu "seri" bozulabilir de. Hani dün de vurguladık ya, akıntıya kürek çeken ekonomi politikaları uygulamaya konulursa, çok şey değişir. 

Yeni kabine belki siz bu satırları okuduğunuz saatte belli olacak. O kabinenin oluşumu ve nasıl bir ekonomi politikası yürütüleceği çok önemli. Dünyanın önümüzdeki dönemde nereye gideceği az çok belli. Tüm dünyada faizler artırılırken, bizde tersi yapılırsa her şey tersine döner, cepte sanılan 316 oydan fireler yaşanabilir, başka partilerden gerçekleşmesi umulan katılımlar ya da en azından anayasa oylamasında gelmesi umulan katkı sağlanamayabilir.

Dolayısıyla ekonomi politikası ve özellikle faiz politikası, önümüzdeki yıl ortalarında gündeme gelmesi muhtemel anayasa değişikliği sürecine kadar hükümette baskın görünen tercihlere göre değil, dünya ekonomisinin gerektirdiği doğrulara göre yürütülmek zorundadır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar