Aile şirketlerinde başarının temeli süreklilik
Aile şirketleri, gelişmiş ülkelerde GSMH'nin yüzde 50 ila 90'ını temsil ediyor. Bu şirketlerin başarısındaki en önemli unsur, şirketi ilgilendiren tüm değerlerde süreklilik sağlamış olmak.
Aile şirketlerinin üç nesil dayandığına dair bir kanı hakimdir. Birinci nesil şirketi kurar, ikinci nesil yönetir, üçüncü nesil ise batırır. Fakat dünya genelinde baktığımızda çok sayıda şirketin bu kanının dışına çıktığını görüyoruz. Aile şirketleri, sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada iş hayatının en yaygın şirket biçimi konumunda. Bu şirketler dünya gelirinin önemli bir bölümünü üretiyor ve geniş hissedar tabanına sahip olan şirketlere oranla daha fazla kar elde edebiliyorlar.
PriceWaterhouseCoopers (PwC) tarafından yayınlanan veriler, aile şirketlerinin dünya ekonomisindeki önemini net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu verilere göre, aile ya da aileler tarafından kontrol edilen kayıtlı şirketlerin oranı Avrupa Birliği'nde yüzde 50'nin üzerinde, Latin Amerika'da yüzde 65 ile yüzde 90 arasında, ABD'de ise yüzde 95'in üzerinde. Aile şirketleri AB üyesi ülkelerdeki gayrisafi milli hasılanın yüzde 35 ila yüzde 65'ini, Kuzey Amerika'da yüzde 40 ila yüzde 45'ini, Latin Amerika'da yüzde 50 ila yüzde 70'ini, Asya'da yüzde 82'sini üretiyor. Türkiye'de ise bu oran yüzde 95'e ulaşıyor.
Finans piyasalarına ihtiyaç duymuyorlar
Milan Bocconi Üniversitesi Yönetim Profesörü Paolo Morosetti, "Küresel düzeyde, aileler tarafından yönetilen şirketler çoğunlukta. Sanayileşmiş ülkelerde, aile şirketleri GSMH'nin yüzde 50 ila 90'ını temsil ediyor. Bu şirketlerde kurumsal yönetim oldukça kolay. Şirketin tek bir sahibi var ve sermaye için finans piyasalarına ihtiyaç duymuyorlar" yorumlarında bulunurken, "21. Yüzyılın Gizli Şampiyonları" kitabının yazarı Profesör Hermann Simon da, aile şirketlerinin küresel ekonomide çok önemli bir role sahip olduklarına dikkat çekiyor. Simon, "Kimsenin tanımadığı aile şirketi Mittelstand, Alman ekonomisinin temelini oluşturuyor. Daha büyük şirketlerde liderler beş sene şirkette kalırken, Mittelstand şirketlerinde bu süre ortalama 20 yıl" diyor.
Yüzyıllara dayanan iş modeli
Monocle dergisinin son sayısında hem dünya ekonomisini, hem de siyaseti yöneten aile şirketlerine, hanedanlara yönelik bir dosya yer alıyor. Monocle, bugün ekonomisinin temelini oluşturan aile şirketlerinin bir çoğunu tanımadığımıza yer verirken, Fiat, Miele, Twinnings gibi dünya genelinde kendini kanıtlamış aile şirketlerinin, aslında hayatımızın her anında yer aldığına dikkat çekyor. Monocle'a göre bu şirketlerin en önemli özelliği, yüzyıllara dayanan iş modellerine sahip olmaları ve bankalara daha az bağımlı bir şekilde hareket edebilmeleri.
Aşırı güç, zayıflık olabiliyor
Aile şirketlerinin sahip olduğu bu güç, abartıldığında, zayıflığa da dönüşebiliyor. İşte bu yüzden aile şirketlerinin karşılaştıkları riskler, diğer şirketlerden çok daha farklı. Aşırı korumacı yaklaşımlar, riske girmekten çekinmek bu güçsüzlüklerin başında gelebiliyor. Hızlı karar alabilme ve bunun sonucu olarak hızlı hareket edebilme yeteneği ise, fazla düşünülmeden alınmış yanlış kararlara yol açabiliyor. Aile şirketlerinin bir diğer büyük zayıflığı ise şeffaflık. Fakat tüm bu risklere rağmen, aile şirketleri dünya genelinde oldukça başarılı bir tablo ortaya koyuyorlar. "Vekilharçlık" kavramının temel olarak alındığı aile şirketlerinin başarısının en büyük nedeni ise "sürekliliğe" sahip olmaları ve bu sayede ürün ve hizmetlerinin günlük yaşamın birer parçasına dönüşmüş olması. İşte dünya genelinden bazı örnekler:
- Miele'nin 111 yıllı deviren aile felsefesi: Daima daha iyi
Alman beyaz eşya üreticisi Miele geçtiğimiz sene 110. yıldönümünü kutladı. Şirketin uzun soluklu başarısının tek nedeni, ürünlerinin kalitesi değil, ardı ardına gelen nesillerin aynı değerleri korumayı başarmış olması. 1899 yılında Carl Miele ve Reinhard Zinkann tarafından kurulan Miele, kurucularının ölümünün ardından 1939 yılında ardından, oğulları Carl Miele ve Kurt Christian Zinkann tarafından yönetilmeye başladı. Her ikisi de babalarının "Daima daha iyi"sözlerine sadık kalarak, Miele'yi, kuruluşundan 111 yıl sonra bugün 2.83 milyar dolar ciroya, 16 bin 600 çalışana, 10 fabrikaya sahip, 45 ülkede faaliyet gösteren bir şirket konumuna getirmeyi başardılar. Şirketin şu anki yöneticileri ise kurucuların torunları Dr. Markus Miele ile Dr. Reinhard Zinkann. "Aile değerleri şirket yönetiminin her aşamasında öncelik taşıyor" diyen Zinkann, "Biz, nesiller düzeyinde düşünmeyi öğrendik. Yani sadece ürün boyutunda değil, aynı zamanda çalışanlarımız, kendimiz ve yapmak istediklerimiz çerçevesinde düşünüyoruz. Herhangi bir bankaya veya yabancı sermayeye başvurmadık. Bir ürüne başladığımızda, bunun başarı hikayesine dönüşmesi bir-iki yılı alabilir. Zaman alacak diye bu üründen vazgeçmeyiz" yorumlarına bulunuyor. Dr. Markuz Miele ise, şirket kurucularının her zaman son üründen daha iyisini üretmeyi hedeflediklerine dikkat çekerken, "Bir aile şirketi olarak, uzun vadeli bir bakış açısından yaklaşırsanız, şirketi bir sonraki nesillere bırakmayı hedeflediğinizden, çok fazla risk almak istemeyebilirsiniz. Babam bana her zaman yapmak istediğim ve en iyi yaptığım işi yapmamı söylerdi. Haklıydı da" diyor.
- Yedinci kuşak yönetimindeki Bonnier'de zeka ve yetenek ön planda
1800'li yılların başında kurulan aile şirketi Bonnier, bugün İskandinav ülkelerinin lider medya ve yayıncılık şirketi konumunda. Kurulduğu günden bu yana "format ne olursa olsun iyi hikayeler anlatmak" felsefesini savunan İsveçli şirket dünya genelinde 16 ülkede faaliyet gösteriyor ve yıllık satış oranı 3 milyar euroya ulaşıyor. Şirketin 46 yaşındaki CEO'su Jonas Bonnier, ailenin yedinci kuşaktan temsilcisi. Şirketin hisseleri 75 aile üyesine ait, fakat bunların sadece 10'u şirkette aktif bir pozisyonda bulunuyor. Şirket çalışanlarına göre Bonnier'de "meritokratik" bir yapı hakim. Yani şirkette, hiyerarşik anlamda yeteneklilerin ve zekilerin yukarılara yerleştiği bir düzen söz konusu. CEO Bonnier bu kapsamda, "Şirket, aileden daha öncelikli. Şirketin bizi bir araya getirmesi ve yakın tutması çok önemli, fakat profesyonel bir şekilde yönetilmesi gerekiyor" diyor.
İsveç günlük basılı medyasının yüzde 24'nü elinde bulunduran Bonnier'nin bunun dışında çok sayıda televizyon kanalı, film dağıtım şirketi, tiyatro zinciri ve yayıncılık şirketleri de var. Şirket sahip olduğu güç nedeniyle tekelcilikle suçlanıyor. Hatta ailenin medyadaki gücünü bir "demokrasi sorunu" olarak eleştirenler de var. Jonas Bonnier ise gücün negatif bir şey olmadığını savunuyor ve "Evet büyük bir etki alanına ve sorumluluğa sahibiz. Fakat diğer yandan, Google ile mükayese ettiğinizde, hiç bir güce sahip değiliz. Bizim işimizde en önemli konu uzun ömürlü olmak" diyor.
Hanedanlar siyasette de var
Hanedanlar, iş dünyasında olduğu kadar siyasi hayatta da oldukça önemli bir role sahipler. Özellikle muhalefet kültürünün olmadığı ülkelerde, gücü müttefikler arasında korumanın en iyi yolu, aile içinde tutmaktan geçiyor. Ülke yönetimini kardeşine devreden Fidel Castro veya kendinden sonra ülke yönetimini oğluna veren Haydar Aliyev bunun en somut örnekleri arasında. Fakat aynı isimlerin yönetime çağırılması sadece otokrasilerde söz konusu değil. Hindistan'da Nehru-Gandi, ABD'de Kennedy veya Yunanistan'da Papandreu ailelerinin asaleti, bir yandan ülke yönetiminde uzun ömürlülüğe sahip olurken, diğer yandan bu demokrasilerde bir tür "aristokrasi konforu" sağlayabildi.
Pakistan ve Bhutto'lar
Bhutto ailesi 40 yıl boyunca Pakistan siyasetinin temelinde yer aldı. Pakistan Halk Partisi'ni kuran Zülfikar Ali Bhutto, 1970'lerde Başbakan oldu, ve daha sonra askeri rejim tarafından öldürüldü. Kızı Benazir Bhutto, iki kez başbakan oldu ve Aralık 2007 tarhinde öldürüldü. Benazir'in eşi Asif Ali Zardari ise şu anda Pakistan yönetiminin başında. Bhutto'lar bugün birlik içinde değiller. Zardari'nin en büyük eleştirmenlerinden biri de Benazir Bhutto'nun kuzeni Fatima Bhutto. Yazar ve şair olan Fatima Bhutto'nun siyasi hanedanlara yönelik yorumları şöyle: "Hanedanlar katılımı engeller. Herkesi kapsayan bir sistemde, katılımcılığa isim veya doğum sınırı getirir. Bu bir tür siyasi soyluluktur. Gerici bir yöntemdir." Fatima Bhutto, sahip olduğu isimle politikaya girmek istemiyor; fakat ismini kendi tabiriyle, "farklı siyaset" yapmak için kullanıyor ve "Bir insanın sahip olduğu isim yüzünden desteklenmesinin yanlış olduğuna inanıyorum. Ben aslında siyasi bir insanım, farklı farklı bir siyaset yapıyorum. Pakistan'da sessiz kalmak tehlikelidir, çünkü sessiz kalırsanız bu adaletsizlik ve yolsuzluğun yükselmesine neden olur. Sonuç olarak benim söylediklerimi söyleyen ve benden çok daha güçlü olan isimler var. Çok sayıda ses içindeki, seslerden biri olmak çok daha rahatlatıcı" diyor.