Aile şirketlerinde 2. ve 3. nesil artık sahaya inmeli…

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

Mustafa BAŞAR -  Uçantay Gıda AŞ. İş Geliştirme ve Pazarlama Müdürü

Türkiye’de daha önce ciddi hiçbir iş deneyimim yoktu, yalnız her yaz fabrikalarımızdan birine işçi olarak çalışmaya giderdim. Bunun yanında rahat bir öğrencilik hayatım da olmuştu. 2006 yılında İngiltere’ye MBA yapmak için çıkmıştım.

Yaşam masraflarımı karşılamak için KFC’nin-Kent Bölgesi’ndeki, üniversiteme yakın olan bir şubesinde çalışmaya başlamıştım. Gündüzleri saat 08-17 arası üniversitedeydim.18-24 saatleri arası KFC’de kasiyer olarak çalışıyordum. Benimle birlikte 17-18 yaşlarında İngiliz bir lise öğrencisi çalışıyordu, hafta sonları gece saat 22-24’ye kadar bulaşık yıkıyordu. Üzülüyordum çocuğa. Arada izin veriyor, yerine ben yıkıyordum.

Ülke refah düzeyi yüksek bir ülke idi. Bir gün, çocuğa niçin çalıştığını sordum.

“Yaşam masrafları için. Kiramı ödemem lazım” dedi.
“Kiminle kalıyorsun? Ailen ödemiyor mu kirayı” dedim
“Ailemle kalıyorum ve aileme ödüyorum”.

(İçimden ‘Vay acımasızlar,’ dedim) Bir yandan çocuğa üzülüyordum bir yandan da ona elimden geldiği kadar yardım ediyordum bizim oraların yüreğiyle “Aman ezilmesin bu yavrucak” diyordum.
Haftalar geçti. Bir gün gazete okuyordum. Ülkenin vergi rekortmenleri listesi açıklandı. Tam gazete okuyorken çocuk yanıma geldi gazeteye baktı “Babam” dedi. Bu sene 2’nci olmuş. Geçen sene 3’üncü idi” dedi. İlk başta inanamadım. Hatta espri olsun diye 1’inci de benim babam dedim gülerek. Ama çocuk ciddiymiş. Çocuğun babası ülkede en çok vergi veren 2’nci zengin işadamıymış.

Çocuğun ailesine karşı içimde duyduğum kızgınlık daha da artmıştı. “Şuna bak, ülkenin en zengin adamlarından birisinin çocuğu hafta sonu sabahlara kadar bulaşık yıkıyor, kirasını ve yaşam masraflarını karşılamak için uğraşıyor; ailesiyse yardım etmiyor” diyordum. Çocuk beni çok seviyordu. Bir gün doğum günü partisine davet etti. Gittim. Denize sıfır, harika bir villada yaşıyordu. Ailesi ve bütün arkadaşları oradaydı. Partide babası ile tanışma ve konuşma fırsatı buldum. İyi bir adama benziyordu. Sıcakkanlıydı, herkesle teker teker ilgileniyordu. Daha ceberrut bir baba bekliyordum karşımda. Konuşup konuşmamak konusunda içim içimi yiyordu.
Ama kendimi tutamadım. Adama: Bu çocuğa niye sahip çıkmıyorsun, niye korumuyorsun dedim. Adam şaşkınlıkla bana bakarak, “Niçin böyle düşünüyorsun” dedi.

“Bu çocuk hafta sonları yanımızda bulaşık yıkıyor” dedim.

Adam şaşırdı: “Koruyorum işte” dedi, “çalışıyor ve kimseye muhtaç değil. Yaşam masraflarını şimdiden kendisi çıkartıyor” dedi. Kızgınlıkla, “Bu çocuğun okuması gerek. Kira alarak mı sahip çıkıyorsun bak şunun haline… Bizim de ailelerimiz var; bizim için her şeyi yapıyorlar. Bir de vergi rekortmenisin. Yazık şu yaptığına” dedim.

Adam önce şaşırdı ve sonra güldü. Daha sıcak bir ifadeyle, “Bak” dedi, “sizin yardım etmek anlayışınızla, bizim yardım etme anlayışımız çok farklıdır. Balık vermek yerine balık tutmayı öğretmeyi tercih ediyoruz. Senin dediğin gibi bu çocuğun masraflarını ailecek biz karşılasak, bu çocuk rahat bir eğitim dönemi geçirir; ancak asalak, bencil, kibirli bir çocuk olur. Toplumla ve insanlarla bağında hep problem olur ve herkese üst perdeden konuşur. Evet, kira alıyorum, yaşam masraflarını kendisi karşılıyor. Bana şükran borcu yok. Hayatın ne olduğunu biliyor. Hayat hep birşeylerin masrafını ödetmiyor mu sana? Bunu erken yaşlarda öğrenip, ona göre gerçekleri görmesi ve hayatını daha rasyonel temelde ona göre kurması olumsuz bir şey mi?”
“Eğitim çocuğa harika bir kapı açabilir, bu sayede çok para da kazanabilir. Ancak meslek öğrenmesi insanları hayatı genç yaşta tanıması onu farklılaştırır, olgunlaştırır. Toplumda sadece kendisinin olmadığını ve öteki insanların da olduğunu fark eder. Eğitim insanı farklı bir yöne, meslek farklı bir yöne hazırlar. Kira almasam, bütün parası kendisine kalsa kazandığı parayı gidip uyuşturucuya, eğlenceye, alkole, kumara harcayacak. Kira sorumluluğu olduğu için bütçesini ona göre ayarlıyor. Bu yaşta bütçesini yönetebiliyor.

“ Yeri gelecek şu gördüğün bütün servetim bu oğlumun olacak. Çalışmadan servet sahibi olursa canavara dönüşür. Herkesi aşağılar. Bir işçinin nasıl iş yaptığını, nasıl işçi maaşı ile geçindiğini bilmez. Empati yapamaz. Sürekli onlarda kusur arar, uğraşır durur. Ben bir evlat yetiştirmek istiyorum; bir canavar yetiştirmek istemiyorum. Sadece eğitimi önemsiyorsunuz. Mesleği önemsemiyorsunuz. Eğitim ne yapacağını öğretirken, mesleki tecrübe başkalarıyla birlikte nasıl yapacağını öğretir. Meslek sayesinde egoyu atar. İş yapabilme yeteneği ile özgüveni gelişir. Hem yetenekleri çoğalır, hem insanları anlar,’ dedi.

Söyledikleri beni çok etkilemişti.

Gelelim bizim anne ve babalarımıza…

Bu konunun çok önemli olduğunu düşünüyorum…

Bizim annelerimiz ve babalarımız çok iyi insanlar, ancak çok “kötü” anne ve babalar. Çocukları gerçeklere göre değil, hayallere göre yetiştiriyorlar. Batı’da çocuk hayallere göre değil, gerçeklere göre yetiştiriliyor. Gerçekleri daha erken gören çocuğun hayalleri de daha gerçekçi oluyor. Gerçekçi olunca gerçekleştirilme oranları da haliyle yüksek oluyor. Ailemizin bir yanlışı var. Anne babalarımız sebebi ne olursa olsun hayatta kendi gelemedikleri yerlere bizleri getirmeye çalışıyorlar. Çocuklarından kahramanlar, kurtarıcılar çıkartmaya çalışıyorlar. Örneğin dil bilmeyen bir baba zorla en az 3 dil öğren diyor vs. gibi.

Hiçbir annenin ve babanın hayatta kendi gelemediği yere çocuğunun gelmesini beklemek gibi bir hakkı yoktur. Bu arzu çocuğun yararına görünse ve masum gibi dursa da değildir. “Senin için neler çektim. Sana verilen imkânları kimsenin çocuğu göremedi. Saçımı süpürge ettim,” gibi anlayışlar son derece zarar vericidir.

Annelere babalara şunu söylüyorum. Çocuğunuz için fedakârlık yapmayın. Onu da küçük yaşta hayata atın. Hem sorumluluk alsın hem de görsün her şeyi. Bizde çocuk 23-25 yaşlarında üniversiteyi bitiriyor ve hayatı öğrenmeye ancak mezun olunca başlıyor. Batı’da üniversite bitiren çocuk eş zamanlı olarak çalıştığı için hayatı da bir bakıma görmüş, öğrenmiş oluyor. Bizim Doğu toplumlarında çocuk sürekli korunduğu ve sürekli olağanüstü hayallerin varisi olarak yetiştirildiği için ” Egoist” oluyor.

Batı’da çocuğa ilk yatak toplamayı, ayakkabılarını bağlamayı öğretirler. Her gün yatağını toplayan çocuk düzen, disiplin öğrenir. Bizde düzen, disiplin, sistem, organizasyon öğretilmez. Bütün hayatımız boyunca en büyük eksikliğimizdir aslında. Her şeyi anne baba yapar. Çocuk geleceğin dehasıdır, büyük adamıdır, kahramanıdır ya da kurtarıcısıdır, yeter ki ezilmesin.
Özgüven, insanın yaptığı işlerden, uğraşlardan, becerilerden, yarattıklarından, ürettiklerinden gelmektedir. Bizler uzun süre hiç çalışmıyoruz yaratmıyoruz, üretmiyoruz da. Batı’da çocuk küçük yaşta kendine uygun işlerde çalışarak önce ÖZGÜVENİNİ geliştiriyor.

Biz de, çocuk sürekli korunarak ve aşırı övülerek EGO’su olağanüstü şekilde şişirilmektedir. Bizler büyük adam, olarak yetiştirildiğimiz için daha çok EGOİST, bencil ve kibirli oluyoruz. Buna rağmen iş yeteneğimiz ve becerimiz olmadığı için Özgüven’imiz çok daha azdır. Egoizmin, kibrin panzehri küçük yaşta becerimizi, iş yapabilme yeteneğimizi, başkalarıyla ortak hareket edebilme tecrübemizi geliştirmek, yani yaşamla ve gerçeklerle erken tanışmaktır. Tanıdığım ne kadar üst düzey müdür ve yönetici varsa hepsi zamanında bulaşıkçılık, cafe işçiliği, benzincilik gibi bizim hor gördüğümüz işleri yapmış. Zengin fakir hepsi çalışmış. Toplumun her tabakasıyla empati kurabilme yeteneğini bu yüzden geliştirmiş. Şu an ne zaman dışarıdan yiyecek alsam ve gittiğim yer kalabalık olsa, servis yapan elemana hep “Acelem yok, rahat ol; önce öteki müşterilere bak,” derim. Çünkü o adamın o an neler yaşadığını iliklerime kadar bilirim. İlk geldiğim yıllar ben de o işi yapıyordum. O duyguyu her haliyle tecrübe etmiştim. EMPATİ ancak böyle öğretilebilir, diye düşünüyorum. Bizim ÖZGÜVENİMİZ yok. Çünkü becerilerimiz, hünerlerimiz, iş yapabilme yeteneklerimiz, kendimize yeterliliğimiz ve bunun yanında başkalarıyla birlikte ve sit yaşama duygularımız pek gelişmemiş.

Hayatla en kısa zamanda tanışmak çocuğa, insanlar arasındaki ilişkileri, kazandığının değerini bilmeyi, bedel ödemeyi öğretip, geleceğe yönelik önemli kararları almak hususunda son derece de gerçekçi olmasını sağlayacaktır. Bizde yanlış bir anlayış var: Çalışan çocuk okumaz deyip çocuğu hiç ise vermemek, ya da bir iş yerine, “Eti senin kemiği benim,” diyerek verip, gizliden tanıdık patrona çocuğu ezdirmek.

İkisi de çok yanlış bakış açılarıdır…

Haftada 1-2 gün 3-5 saatte olsa çocuğunuzu işe verin.

Topluma ” Sen benim kim olduğumu biliyor musun? ” diyen ve kendisinden daha güçsüz gördüklerini ezen, onlara parayla, güçle, lüksle hava atan bir canavar yetiştirmek istemiyorsanız bir konfeksiyoncunun, marangozun, kasabın, manavın, tamircinin yanında çalışmasını sağlayıp, hayatını tecrübe etmiş bir çocuk yetiştirin; EMPATİ böyle edinilir, başka reçetesi yoktur.
Çocuklarınızı önce yönetici olmaya değil, ondan öncesinde üretici ve katılımcı olmaya yetiştirin.
Bırakın çocuğunuz kendi yeteneklerine, becerilerine ve tecrübesine göre kendisi seçsin hayatta izleyeceği yolu. Lisede zaman bulabildikçe hafta sonları, yaz tatilleri çalışan çocuk hem insanları, hem hayatın nasıl kazanıldığını hem kendi becerilerinin neler olduğunu öğrenecek.

Yani hem toplumu hem kendisini tanıyacaktır. Aile şirketlerinde 2. ve 3. nesillerin en erken yaşta sahaya inmeleri, değişik iş alanlarında çalışıp, kendilerini gelecekteki pozisyonlarına hazırlamaları çok uygun olacaktır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar