Aile şirketleri kurtarılmalı mı?
İş hayatına girdiğim 1990'ların sonundan bu yana ülkede hep aile şirketleri ve onların sorunlarının konuşulduğuna şahit oldum. Muhtemelen 80 ve 70'lerde de konuşuluyordu! Birilerine göre hep kurtarılması veya düzeltilmesi gereken yapılar olarak görülüyor.
Akademisyenler, danışmanlar ve büyük şirketlerin profesyonel yöneticileri olarak çoğu aile şirketleri olan KOBİ'leri, hep yapmadıkları veya yetersiz kaldıkları konular üzerinden eleştiririz. Onları büyük şirketler ile karşılaştırır, onlar gibi olmalarını sağlamaya çalışırız. Olamadıklarında eleştiririz. Olmayı başaranlar olur ise bu sefer de hantal, ağır ya da bürokratik oldu der, daha çevik ve yalın yapmaya uğraşırız Kısaca bir rahat bırakamıyoruz aile şirketlerini!
Tüm aile şirketlerinin kurtarılmaya ihtiyacı var mı?
Aile şirketleri ile ilgili kitap ve makaleler, onlarca sorunları olduğunu ortaya koyar. Bana göre, aile şirketleri için iki temel sorun var. Birincisi büyüyememe. İkincisi kurumsallaşamama. Diğer tüm alt sorunlar, bu ikisinden türetilebilir. Bu iki sorun aynı anda yaşanıyor ise evet! En acilinden kurtarılmaya ya da daha doğru ifade ile 'gelişime' ihtiyaç var. İkisinden kurumsallaşma kısmında sorun yaşanıyor ise acil olmamakla birlikte dokunuşa ihtiyaç var. Orta vadede sorunlar şiddetlenecek anlamına gelir. İşin büyüme kısmında sorun var ise 1-2 sene içinde oyun dışında kalma riski vardır, buraya öncelik vermek gerekir. İdeal olan iki konuyu birlikte ele almaktır.
Bu noktada anlamakta zorlandığım bir konu var. Hem büyüme hem kurumsallaşma açısından durumu fena olmayan, büyüyen, kurumsal hamleler yapan, değer yaratan ve müşterileri tarafından beğenilen şirketleri dahi kendince kurtarmak isteyen akademisyen ve danışmanlar görüyorum. İşin ilginç yanı, iki tarafta da iyi işler yapıp kendisini bu danışmanlar nedeniyle kötü zanneden şirketlerin sayısı bir hayli fazla.
“Benim tecrübelerime” göre veya “filanca şirketlere göre” geridesiniz veya başarılı değilsiniz şeklinde yorumların ciddiye alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu konularda tek bir doğru olmayacağı gibi, çok başarılı olan, ancak sizden farklı koşullara sahip büyük bir şirket de doğrudan örnek alınamaz. Sizin kendi şartlarınız, imkanlarınız, koşullarınız vardır ve iyi giderken biz kötüymüşüz diyerek iyi giden şeyi de bozabilirsiniz. Aslında bu tür şirketler aksine rekabette avantajlara sahiptir.
Sizi kimin eleştirdiğine dikkat edin!
Üstelik bu muhabbetleri yapanların çoğu da hayatlarında bir şirket kurmamış, girişimci olmamış, yönetim kurullarında yer almamış, herhangi bir büyük ölçekli kurumsal birimi dahi tam yetkiyle yönetmemiş, bunları geçtim aile şirketleri ile bütüncül çalışmalar yapmamış arkadaşlar. Bu yüzden getirdikleri öneriler kitabi oluyor, teorik kalıyor, hazır giyim gibi pek çok noktadan size uymuyor. Parçalı oluyor, bütüne hitap etmiyor.
“Filanca şirkette İK böyle, bütçe şöyle, ERP şu kabiliyetlerde, süreçler böyle akıyor, denetim sistemi öyle, dashboard var, yönetim kurulu icradan ayrı. Sizde neden böyle değil, siz yetersizsiniz veya birkaç seneye batarsınız!” gibi iddialı görüşleri hemen kabullenmeyin. Emin olun o örnek olarak gösterilen şirketlerde de pek çok sorun var. Arka tarafta onlar da ne zorluklar içindeler bir bilseniz!
Neye bakarız?
Yeterli olup olmadığınızı dikkate alacağınızı üç temel kriter var:
1-Müşteri memnuniyeti,
2- İş sonuçları (pazar payı, nakit akışları, kârlılık, vb.) 3- Çalışan memnuniyeti. Bunlarda başarılıysanız size “durumunuz pek iyi gözükmüyor!” diyen arkadaşları kahve içip gönderin. Bu üç konuda başarılı değilseniz ve size bu tespitleri yapan arkadaşlar da tecrübeli ve yetkin arkadaşlar ise, birlikte çalışmaktan fayda sağlayabilirsiniz.