Ahiret dünyayı fiilen bağlamaz, aklı reddeden inanç sahibi olamaz

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR [email protected]

YÖNETİCİNİN KEYFİ / Yavuz Dizdar [email protected] Geçen hafta yayınlanan "Din aklı ve hakikati emreder, aynı Tanrı'nın çocukları neden bu kadar farklı?" başlıklı yazıma çok sayıda cevap geldi. Göstermiş olduğunuz ali cenaplığa müteşekkirim. Yazının hemen hemen tek eleştiri noktasını ise "Tanrı'nın çocuğu olmak" kavramı oluşturuyordu ki, bu ifademle hiçbir kasıt gütmediğimi belirtmek isterim, dahası özür dilerim. Ancak dinin nasıl hatalı anlaşıldığı ve anlatıldığı konusunda hâlâ söyleyeceklerim var. Bunları akıl ve hakikat çerçevesinde ifade etmek de benim boynumun borcudur. Birincisi, dinin kurallarını yerine getirmek kimlere buyrulmuştur? Elbette aklı erenlere. Kelam'ın vahyedilmesinden önceki ilk sözleri hatırlayın lütfen; ilk emir "Oku!"dur. Bu şu iki anlama gelir, birincisi akıl sahibi olacaksınız, zira dinin emirleri sadece akıl sahibi olanları yükümlü tutar. Ama aynı derecede önemli ikinci anlamı da "okumaktır", bilgi sahibi olmaktır. Kitap'ın başkalarının değer yargılarına göre yorumlanması, anlamak üzere bahşedilmiş olan aklı reddedeceğinden kabul edilemez. Dahası Kitap evrenseldir, çünkü O akla indirilmiştir, her bir akıl emredilenleri kendine göre değerlendirip, kendi çözümünü yaratacaktır. Bunu yapmayıp da "hoca ne der, hacı ne der?" diye düşünce kıskacına girerseniz, "eş koşmuş" (şirk) olursunuz. Oysa herkes Kuran'ı kendi aklıyla anladığı zaman, bugün içine düştüğümüz şekilsellik yanılgıları da ortadan kalkar. Çünkü Kitap "öz" sahibidir, aradan geçen zaman ve değişen koşullar, ancak o "öz" sayesinde ve akıl varlığında ve illaki okuyarak anlaşılabilir. Bilgi pınarından elbette herkes kendi kabı (sığası) kadar doldurur, okuyup bilgilendikçe o sığa artar. Bunu yapmayıp ben koşullarımı o zamanın koşullarına geri döndürüp uydurmaya çalışırım derseniz, Kitap'ı akıl ve gerçekliğin dışına atarsınız. Kadere inanacağız, kader bizim düşündüğümüz gibi tek bir senaryoyu değil, bütün seçenekleri, bütün olasılıkları kapsar (yani matematiksel ifadesi 1'dir). Ancak sınırsız olasılıklardan hangisini seçeceğimiz, hangi yolu belleyeceğimiz aklımızın ve hür irademizin seçimi olmak zorundadır. Yaptıklarımızın sorumluluğu ancak "hür irade"nin varlığında üzerimize yüklenir. Beri yandan bakacak olursanız, yani hür iradenizi kullanmadan yol seçmeye kalkarsanız, aklınızı kullanmamış olursunuz. Dünya deneyiminin sonlanmasından sonraki en büyük yükümlülüğümüz de, okumuş ve aklımızı kullanmış olup olmadığımız olacaktır. Merhamet, yardımseverlik, affedicilik, dürüstlük, adam kayırmama (işi o işe uygun olana vermek), bilim sahibi olma, bu erdemlerin hepsi aklın varlığında mümkündür. Bu yazdıklarımı lütfen bir kenara koyun, size son olarak geçtiğimiz cuma günü bana seyrettirilen bir linç eylemini anlatayım. Yer söylendiği kadarıyla İran, (başını kapatmayı reddetmiş) bir kadın vahşi bir erkek güruhu tarafından taşlanmakta. Kadın en sonunda bitap yere düşüyor ve ona cezasını vermek isteyen biri yerden aldığı büyük bir taşı başına vurarak öldürüyor (benzer bir uygulama da hatırlarsanız internette kadın hakları konusunda yazı indiren bir erkek için başlatıldı). İnsanın insana yaptığı bu tüyler ürpertici eziyet cep telefonunun kamerasıyla kaydedilmiş, üstelik aynı anda onlarcası vahşeti kameralarına kaydediyorlar. Allah'ın kelamı olan İslam, bir kadının (başını örtmediği için) taşlanarak öldürülmesini emreder mi? Allah'ın dinini hakim kılmak adına zulüm, takiyye, alavere dalavere yapmak, cihat açmak, aklı reddetmek, hakikati görmezden gelmek, bizi ebedi mutluluğa götüremez, bilakis karanlığa sürükler. Allah'ın çocuğu olmadığımız gibi, inancı olan hiç kimsenin kendine (haşa) "Allah'ın eli" payesini biçmesi de mümkün değildir. Yeniden hatırlatayım, kesinlikle biliyorum ki, "biz dünya deneyimi için gönderildik", ama bu deneyim "dünya koşullarında" olmak zorundadır. "Ahiret dünyayı fiilen bağlamaz (Allah'a takiyye yapamazsınız)" ve aklı reddeden inanç sahibi olamaz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar