Afyonkarahisar Klasik Müzik Festivali’nde

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Yıllar önce, ama dün gibi hatırlıyorum… “Dünyanın en yıldızlı karanlıkları”ndan geçerek bütün gece süren bir tren yolculuğunun sonunda ulaşmıştık Afyon’a… Aklımda hep Nâzım Hikmet’in Kuvâyi Milliye Destânı’ndan dizeler geçmişti yataklının camından karanlığı seyrederken:

“Sarışın bir kurda benziyordu
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi durdu.
Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.”

O güne kadar hep içinden geçtiğimiz kavşaktaki şehir olan Afyonkarahisar’da ilk kez kalacaktım… Afyonkarakisar Caz Festivali’nin ilk yıllarındaki konuklar arasındaydık. Bu yıl, 19.su 1-5 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek… O gece trende, festival yolcusu olan 10 kişiydik:
Nilüfer Verdi, Kamil Özler, Kağan Yıldız, Nedim Ruacan, Deniz Kavukçuoğlu, Pelin Batu, Mario Levi, John Ash, Gül İrepoğlu ve ben…

“ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim, daha yakın
daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan
ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için”

Belki de bu tren yolculuğu çok keyifli geçmişti…

Festivalin kurucusu, sanat yönetmeni Hüseyin Başkadem de o yolculukta bizlere eşlik etmiş ve Afyon’da festival düzenlemenin sıkıntılarını anlatmıştı… Geçen 19 yılda festivaller onun eşi, çocuğu ve ailesi oldu. Hayatının önemli bir kısmını festivallere adadı. Sağlığı bozuldu, yine de yılmıyor, devam ediyor…

Bir festival dönüşünde İstanbul’da Doğan Hızlan’a; “Doğan Bey ne zaman rahatlayacağım, bu kadar festival oldu, niye desteklemiyorlar?” diye sorduğunu söylemişti… Doğan Hızlan da “aaaaaa Hüseyin’ciğim bilmiyor musun, Türkiye’de her yıl her şey yeniden başlar!” diye yanıtlamıştı onu.
Afyonkarahisar festivalleri sürüyor. Bu kez, başka bir festival için Afyon’dayım… Afyonkarahisar Klasik Müzik Festivali, Başkadem’in sanat yönetmenliğinde 3-10 Nisan tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Festival programı, yalnızca geceleri verilen konserlerden oluşmuyor. Gündüzleri atölye çalışmaları, konuşmalar yapılıyor; etkinlikler arasında sergiler de bulunuyor… Bu sene de iki okulda konuşma yapacağım…

“ve Hıdırlık tepesi olmasa
Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek”

Yine Hıdırlık tepesinden şehri seyredeceğim:

“Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır.
ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır. Gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır…”

Tepenin eteklerindeki Afyon Müzesi’ni ziyaret edeceğim. Arkeoloji Müzesi, oldukça zengin bir koleksiyona sahip… Eski Tunç, Hitit, Frig, Lidya, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait önemli eserler yer alıyor. Bunlar arasında mermer heykeller, şehir sikkeleri, Kusura kazısı buluntuları, Hitit ve anatanrıça heykel ve figürleri var… Ve bende de unutulmaz, kitabımın girişinde yazdığım bir anı:

Afyon Müzesi’ni gezerken bir mumya kadar yaşlı bekçinin, “burada lanet okuyan heykeller ve yazıtlar var, ama onları sergiye çıkarmıyoruz” sözleri zihnimde bir ışık yakmış, bir zamanlar antik kentleri “taştan harabeler” olarak görürken, arkeoloji sevdalısına nasıl dönüştüğümü anlayacaktım…

Demek ki, o antik kentlerden birinde böyle bir heykelin ya da yazıtın önünden geçmiş olmalıydım ki, “bedduası”, taş toprak diye onları “küçümseyen” beni, bir arkeoloji tutkunu yapmış, hatta bu sevda, “Bir Arkeoloji Detektifinin Maceraları” isimli bir kitaba dönüşmüştü…

Evet, bir kez daha Afyon’dayım; yine müzeye gideceğim, yine Frigya Vadisi’nde dolaşacağım, yine güzel müzikler dinleyecek, yaşadıklarımızı önümüzdeki günlerde anlatmaya çalışacağım…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar