Aftan yararlanan mükellef risk altında mı?
Gelen sorular çerçevesinde bugün biraz teknik bir yazı, mümkün olduğunca basitleştirerek anlatmaya çalışacağım:
Hemen her vergi yasası için vergi idaresi (Hazine ve Maliye Bakanlığı/ Gelir İdaresi Başkanlığı), o yasayı nasıl anladığına (/ yorumladığına) ve uygulayacağına dair bir açıklamayı, “tebliğ” adı altında kamuoyuna duyurur. Tebliğ bağlayıcı bir hukuk kaynağı olmadığından, konu eğer yargı önüne giderse, yargı tebliğe göre değil, Anayasa, varsa ilgili uluslararası anlaşma, yasa, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, Cumhurbaşkanlığı Kararı ve yönetmeliğe göre karar vermek zorundadır. Normlar hiyerarşisi şeklinde isimlendirilen bu sıralamada, her hukuk kaynağı kendi üstünde yer alan hukuk kaynağına uygun olmalıdır. Bu hiyerarşide yer almayan tebliğ yargıyı bağlamadığından, mükellefi de bağlamaz. Bununla birlikte tebliğ değerlidir; çünkü, hem idari uygulamanın nasıl olacağını göstererek mükelleflere planlama yapma imkânı sunar (hukuki güvenlik), hem de -en azından bir hipotez olarak- tüm mükelleflere yasanın aynı şekilde uygulanmasını garanti altına alır (eşitlik).
7440 sayılı af kanunu (7440 SK) sonrasında çıkartılan genel tebliğ (Seri no:1), aftan yararlanan mükelleflerin, -sahte belge kullanma eylemi hariç- Vergi Usul Kanunu’nun 359’uncu maddesinin b ve ç fıkralarındaki eylemler nedeniyle incelemeye alınabilecekleri yönünde bir yorum içeriyor mu?Görüşümce içermiyor. Kaldı ki, içerse dahi, yukarıdaki açıklamalar, bunun hukuki bir anlamı olmayacağını ortaya koyuyor. Yasa ile yasaklanmış bir araçla elde edilen delil (/hukuka aykırı delil), kullanılamaz (Anayasa’nın 38’inci maddesinin 6’ıncı fıkrası).
Her ne kadar 7440 SK’nın 5’inci maddenin 13’üncü fıkrasında “Bu maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarındaki matrah ve vergi artırımı hükümlerinden yararlanılması, 213 sayılı Kanunun 367 nci maddesi kapsamında aynı Kanunun 359 uncu maddesinde yer alan kaçakçılık suçlarının işlendiğinin tespitine ve kamu davasının açılmasına engel teşkil etmez. Ancak, bu incelemeler sonucunda matrah veya vergi artırımında bulunulan dönemler ve vergiler için tarhiyat yapılmaz.” denmekteyse de, aynı maddenin ilk üç fıkrasında, matrah artırımı başvurusunda bulunup, artırım sonucu ortaya çıkan vergiyi yasada belirtilen süre ve şekilde ödeyen mükellefler hakkında artırımda bulunulan yıllar için vergi incelemesi yapılmayacağı açıkça belirtilmekte.
Vergi incelemesinin, vergi kaçakçılığı suçuna yol açan eylemlerin işlendiğine yönelik delilleri de ortaya koyan bir denetim şekli olduğunu unutmamak gerekir. Hukuk içinde hak arama, muhakeme yeteneği ve gücü gerektirir. İki karşıt argüman arasında varılacak yargıda, delillerin önemi büyüktür. Delil yoksa, suçla itham olamaz. Olsa da bir sonuç getirmez.
Buna karşılık, vergi incelemesi yapamayan idare, “arama” yapabilir. Bu da, Vergi Usul Kanunu’nun 142’inci maddesi çerçevesinde, ihbar neticesinde olabilir. Aftan yararlanan mükellef bakımından burada bir risk vardır.
Matrah ve vergi artırımından yararlanmak isteyen mükellefin başvurusundan önce vergi dairesi kayıtlarına giren -sahte belge kullanma eylemi hariç- Vergi Usul Kanunu’nun 359’uncu maddesinin b ve ç fıkralarındaki eylemlerin işlendiğine yönelik saptama burada konu dışıdır; zira o zaman mükellefin aftan yararlanmasına izin verilmemektedir. Keza, mükellefin başvurusu öncesinde başlamış bir vergi incelemesi varsa, orada da yasa koyucu, başlanılan incelemenin sonucu ortaya çıkana kadar aftan yararlanmaya izin vermemiştir. Fakat, 7440 SK’nın 5’inci maddesinin 7’inci fıkrasında,bu fıkra kapsamına giren incelemelerin 7440 SK’nın yayımını izleyen yedi iş günü içinde sonuçlandırılamaması halinde incelemeye devam edilmesi yasaklanarak, de facto, halihazırda bitmek üzere olmayan bir incelemenin eksiksiz ve doğru şekilde gerçekleştirilebilmesi ihtimali oldukça zayıflatılmış, başka bir deyişle inceleme adeta engellenmiştir.