Afrin operasyonunun ekonomi üzerine olası etkileri
İktisat kimi zaman tercihler bilimidir diyerek tanımlanır. Buna katılmayan olabilir. Ancak bir gerçek var ki, eğer iki seçenekten birisini tercih ediyorsanız, diğerinden vazgeçirsiniz. Bu bireysel tercihlerde de, kurumsal tercihlerde de böyle. Yani birey sinema ve bira içmek arasında kaldığında bütçesi veri alındığında bira içtiğinde sinemadan, sinemaya gittiğinde de biradan mahrum kalır.
Benzer bir durum ülkeler içinde geçerli. İktisada giriş dersini alan her öğrenci dersin birinci ya da ikinci haftasında bunu öğrenir. Dersin hocası üretim olanakları eğrisini çizip, bunu ülke için örnekler. Hoca, eğer konuyu biraz daha açmak isterse, Paul Samuelson’un meşhur silah ve tereyağı örneğini kullanır.
2017'de askeri harcamalar artışa geçti
Türkiye 2003 yıllından 2016 yılına değin askeri harcamalarını göreli olarak azaltan bir ülkeydi. 2003 yılında askeri harcamaların GSYH’ye oranı %3,9 iken, 2016 yılında bu oran %1,7’ye kadar gerilemişti (World Bank, https://data.worldbank.org/indicator/MS.MIL.XPND.GD.ZS? locations=TR).
Bu tercih 2017 yılından itibaren değişti. Askeri harcamalar 2017 yılından itibaren artma eğilimine girdi. Bu da özellikle izlenen dış politikanın ülke ekonomisine maliyetinin somut göstergesidir diyebiliriz. Samuelson’dan yola çıkarak 2017 yılından bu yana Türkiye silahı tereyağına tercih etti diyebiliriz. Üretim faktörlerini kullanırken tercihin önemini anlattık, çünkü Suriye’ye-Afrin’e yapılmakta olan operasyon ile birlikte bu harekatın ekonomi üzerindeki etkisi önem kazanmaya başladı.
Askeri harcamalar bir kamu harcamasıdır. Dolayısıyla kamu harcama kalemlerinden birisi azaltılmadan (yani bütçe kalemlerinin birisinden savunma bütçesine aktarma yapılmadan) yapılan askeri harcamaları finanse etmek için şu yollardan birisine başvurulacak:
- Para arzını artırma ya da parasal genişlememeye gitmek. Bu yönteme en azından açıkça başvurulması mümkün değil. Çünkü TCMB yasası buna izin vermemekte.
- Vergi oranlarını artırmak, ya da yeni vergi salınımına gitmek. Hükümet bu konuda önceden hazırlık yaptı. 2018 yılı bütçesi ile birlikte başta kurumlar vergisi ve MTV olmak üzere farklı vergilerde oranlar artırdı, gazlı içecekler üzerine ilk defa ÖTV salındı. Yani bu yolla finans kaynağı yaratılmaya çalışıldı.
- Borçlanma oranını yukarı çekmek finansman yollarından birisi. Hükümet bu yolu kullanma konusunda da oldukça hazırlıklı. 2002 yılı sonrasında her ne kadar borç stoku/GSYH oranı düşse de ve nihayetinde 2017 yılının üçüncü çeyreği itibari ile %28’e gerilese de, borç stoku çok yüksek düzeylerde seyretmekte. 2002 sonunda AB tanımlı merkezi yönetim kamu borç stoku 260 milyar iken, 2017 yılının sonunda borç stoku 890 milyar TL’ye yükseldi.
Yurtdışından borçlanabilir ya da TVF devreye sokulabilir
Bu ağır borçlanma tablosuna rağmen Türkiye halen yurtdışından borçlanabilme zorluğu çekmemekte. Bunun en önemli nedeni uluslararası likidite bolluğunun azalarak da olsa devam etmesi. Ancak ABD’de faiz oranlarının yükselmesi, yine Trump yönetiminin vergi oranlarını aşağıya çekmesi likidite rahatlığını ortadan kaldırabilir. Ancak 2018 yılına girerken henüz likidite konusunda ciddi bir tersine dönüş yaşanmadı.
Türkiye, böyle bir tersine dönüş de yeni kurulan Türkiye Varlık Fonu’nu (TVF) devreye sokabilir. Borçlanma Fon aracılığıyla yapılabilir. TVF’nun bu konuda çok zorlanacağını da düşünmüyorum. Çünkü yapılan özelleştirmeler sonrasında Türkiye’de devletin elinde kalan, satışı göreli olarak kolay olan tüm varlıkları (Bankalar, enerji kurumları, gayrimenkuller, limanlar) TVF’na devretti.
Suriye operasyonunun finansmanında parasal genişleme ve/veya borçlanma yoluna başvurulması halinde ekonomide önce büyüme artacak, daha sonra hem enflasyon, hem de faiz oranı yükselecek.
Borçlanma durumunda tasarrufun artması beklenemez
Borçlanma durumunda Ricardocu denklik etkisi ile tasarruf oranının artmasını beklemek anlamlı olmaz. Çünkü Türkiye’de %20’lik gelir dilimlerine göre gelirin dağılıma baktığımızda gelirden en fazla pay alan ilk %20’lik dilimin ana tasarrufçu olduğunu, ikinci dilimdeki %20’nin ancak zorlama yollarla tasarrufa yöneldiğini görmekteyiz. Hükümette zaten bunu zorunlu bireysel emeklilik sistemi ile yapmakta. Geriye kalan son üç %20’lik dilimde kalanların tasarruf yapma olanağı yok, hatta son %20’de kalanlar ve çoğunluğu doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayanlar zaten karın tokluğuna yaşamakta.
Bu yolların yerine vergi oranlarının daha fazla artırılması halinde ise büyüme oranı gecikmeli olarak düşecek, enflasyon ve faiz oranı ise yükselecek. Operasyon başlamadan önce vergi artışları, özellikle tüketim üzerinden alınan dolaylı vergiler artırıldı. Bu da şimdiden 2018 yılında TCMB’nın %7,9’luk enflasyon oranına erişmeyi zora sokmakta.
Dolayısıyla bundan sonra gelecek olan vergilendirmenin gelir ve servet üzerinden olması gerekir. Buna da hükümet, ancak çok yüksek bütçe açığı çıkması halinde başvurur. Çünkü iktidar partisinin, en önemli destekçisi büyük sermaye sınıfını vergilendirme olasılığı oldukça düşük bir olasılık.
Sonuçta operasyonun maliyeti ücretli sınıf ve KOBİ’lerin üzerinde kalır. İktidar partisi açısından bunun çok önemi olmaz. Orta sınıf dediğimiz bu kesim her durumda iktidarın destekçisi. Yani maliyetli de olsa operasyon iktidarın işine yaradı.