Afrin bitti ama şimdi neler olacağı çok daha kritik
Afrin bölgesi Zeytin Dalı Operasyonu sonucunda beklenmedik bir şekilde neredeyse hiç savaşılmadan Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu güçlerinin eline geçti. Kırsalda haftalarca süren çatışmaların ve Kürt YPG militanlarının şehri uzun sürecek bir savaşa hazırladığı haberlerinden sonra çoğu kimse bu durumu şaşkınlıkla karşıladı. Çatışmaların nüfusu yoğun bölgelere kaydığı zaman görmeye alıştığımız sivil kayıpların hiçbiri burada olmadı. Afrin’in merkezinin ele geçirilmesinde ihtiyaç duyulan ve büyük bir bölümünün kent içi savaş deneyimi olmayan Türkiye destekli ÖSO unsurları böylece kendilerini sınayacak kader anını yaşamaktan kurtuldular; ve Türk liderlerin izledikleri stratejinin isabeti ise tescil edildi.
YPG hiçbir zaman taraftarlarının iddia ettiği türden bir arada hareket etme kabiliyetini haiz nizami bir savaş gücü olamadı. Eleştiren kesimlerin dediği gibi, çete savaşçılarından oluşan derme çatma bir güç oldukları ortaya çıktı. Ama zaferin bir bedeli var. Şimdi Türkiye Suriye harekâtında hassas bir safhaya girmiş bulunuyor. YPG’nin siyasi uzantısı PYD’nin yerine kurulan Afrin Yönetim Konseyi kentte barış ortamını sağlamak konusunda başarılı olacak mı? Böyle kolay bir zaferin ardından Türkiye daha da derin bir ihtilafın içine çekilmeye direnebilecek mi? Prof. İlter Turan bu meseleyi değerlendiriyor.
■ Bu hızlı zaferi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beni şaşırtan YPG’nin böyle aceleyle ayrılmış olması. Mühimmat ve ekipmanlarını da geride bırakmışlar. Genelde geri çekilmeye karar verdiğinizde düşmanınız tarafından kullanılabilecek malzemeyi geride bırakmazsınız. Görünüşte, kitabına uygun olarak, Afrin’i kuşatmaya karşı direnmek için hazırlamışlar; tahkimat yapmışlar, tüneller kazmışlar ama nihayetinde savaş sanatının icrasında başarısız oldular. Tahminimce, kapsamlı fakat kaynaklarının sürdürmeye elvermediği bir çabaya girmişlerdi. Şimdi ben YPG olsaydım, bu ricatı, güçlerimi kaybetmeyip başka bir yerde daha güçlü hale gelmek için uygulanan ayrıntılı bir geri çekilme planı diye savunmaya çalışırdım. Ama kanıtlara bakıldığında, kenti acilen terk ettiklerini tahmin etmek daha inandırıcı oluyor. Hassas bir geri çekilme planını uygulamaktan ziyade sanki son dakikada canlarını kurtarırcasına kaçmış gibi görünüyorlar. Şimdi, Türkiye askeri hedeflerini nispeten daha kolay elde etmesinden aldığı cesaretle, diğer faaliyetlerini gerçekleştirme planlarını devreye sokacağını söylüyor.
Görüldüğü kadarıyla YPG, ABD ve Avrupa basının abartarak sunduğu heybetli güç değil. Ama Afrin başarısının gerçekleştirildiği özel şartları da unutmamak gerek. YPG o kadar etkin bir güç olmamakla birlikte, Türkiye’nin de başka ortamlarda tekrarı olası gözükmeyen bazı avantajlardan yararlandı. Örneğin Türk Hava Kuvvetleri herhangi bir kısıtlama olmadan operasyona katılabildi. Bunun başarıyı kolaylaştırdığı aşikar. Ayrıca, Afrin özelinde büyük güçlerden ciddi bir direnç gelmedi. Rusya harekâtı kolaylaştırdı, ABD bu harekatın kendi operasyon bölgesinde olmadığını söyledi, AB ve diğerleri endişelerini dile getirdi ama o kadarla kaldı; Suriye rejim güçleri de muhtemelen Ruslar tarafından engellendi. Özetle, uluslararası bağlamda bu müdahale çok olumlu şartlarda gerçekleşti.
Diğer bölgelere geçtiğinizde şartlar aynı olmayabilir. İlkin, uçaklarınızı o kadar kolay uçuramayabilirsiniz. İki, uluslararası toplum Afrin’de olduğu kadar anlayışlı davranmayabilir.
Örneğin bazı bölgelerde İran Türkiye’nin yapmaya çalıştıklarına direnç gösterebilir. Suriye’nin ve Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde Amerikalıların ve Rusların nasıl tepki göstereceğini bilmiyoruz. Ciddi jeopolitik sorunların ortaya çıkma ihtimali hala yüksektir. YPG sadece kendi kaynaklarıyla yetinmek zorunda kalırsa, muhtemelen çok etkin bir mücadele yürütemeyecektir. Çete savaşında nizami harbe nazaran daha başarılı olabilirler. Ama kritik soru YPG’nin değil, diğer güçlerin, özellikle de ABD’nin ne yapacağıdır.
■ Şimdi ABD Dışişleri Bakanlığı’na Türkiye’yi sert sözlerle eleştiren ve diplomattan ziyade askeri şahin olan Mike Pompeo getirildi. ABD’nin dış politikasında beyinden ziyade kas gücünü kullanması gerektiğini düşünen yeni bir ulusal güvenlik danışmanı görüyoruz; John Bolton. Siyasi durum daha bir ihtilafa doğru gidiyor mu?
Pompeo ile şu ana kadar ciddi bir temasımız olmaması, bir öngörülmezlik unsuru oluşturuyor. Söylenenler, kendisinin olağan diplomasiden ziyade sert araçlara eğilimli olması ki, bu bir endişe kaynağı. Yine de, eğer ABD ve Türkiye arasındaki ihtilafta aklıselim galebe çalarsa, iki taraf da bir uzlaşıya varmakta menfaatleri olduğunu idrak edeceklerdir. Böyle bir durumda iki taraf da istediklerinin tümün alamayacak, bir orta yol bulunması gerekecektir. Bu orta yolun içinde YPG birimlerinin Menbiç’ten çıkması ve Türk askerinin de bu gidişi denetlemesi yer almalıdır. Ancak, ABD’nin bu ödünü mahcubiyete düşmeden vermesi için bir formüle ihtiyaç vardır.
Bazı boyutları hayli sorunlu olsa da, sanıyorum Türkiye’nin politikası ABD’ne kıyasla daha bir net. Amerika’nın iç politikasındaki sorunlar, sık değişen kadrolar, bu ülkenin atacağı adımları öngörülemez kılıyor, ve bugün bölgedeki en büyük tehdidi Türkiye değil ABD oluşturuyor. Maalesef iki tarafta da söylem sertleşiyor. Çok fazla insan konuşuyor; bunların çoğu diplomatik beyanlara bulunabilecek donanıma sahip değil. Bir siyasetçinin yaptığı sert yorumlar derhal bir başka siyasetçinin daha da sert yorumlarını davet ediyor. Bu dış ilişkilerin yürütülmesinde iyi bir yol değildir. Siyasetçilerin beyanlarının disiplin altına alınmasında asli görev iki tarafta da devlet-hükümet başkanlarına düşüyor. Liderlerin kimlerin, kimden talimat alarak ne zaman ne söyleyeceğine ilişkin politika oluşturmaları gerekiyor. Söylemi sertleştirmenin zorunlu veya faydalı olduğu dönemler olabilir ama söylenenler kontrolsüzce sarf edilen sert cümlelerden ziyade bilinçli olarak hazırlanmış cümleler olmalıdır. Buradaki anahtar kelime söylem: Gerek liderler gerek medya gelişmeleri “tahribat” ve “yıkım” gibi kamuoyunun da kolayca diline doladığı basit kelimelere indirgiyor. Dilin itinasız kullanımı, şiddeti adeta meşrulaştırıyor. Kendimizi şiddeti tabiileştiren bu eğilime karşı korumalıyız. İşin garip yanı, şiddetin adeta meşrulaştırılması, hedefl erine şiddetle ulaşmayı öngören oyuncuların işini kolaylaştırıyor. Sözleri seçerken dikkatli olunmalı. Zaten çok fazla çatışma ve yıkım var. Daha fazlasını teşvike gerek bulunmuyor.