Açık konuşmak gerekirse
Aslında bu lafı hiç sevmem. Ne demek yani açık konuşmak gerekirse? Açık konuşmayıp da nasıl konuşacağız. Hele ben zaten öyle yetiştirilmedim, rahmetli dedem “geveleme ne diyeceksen de” diye azarlardı, bir de bu yaştan sonra istesem de kapalı konuşamam. Şimdi ben size köşemde “Ben açık konuşmam, yazmam. Dinleyen söyleyenden, okuyan yazandan arif gerek. Ben yazarım siz artık anlarsınız ya!” desem (gerçi bakıyorum, mecburiyetten herhalde, böyle diyen yazarlar da yok değil) hakkımda ne düşünürsünüz? Tabii bazen açık söylenmeyen sözlerin açık hallerini anlamak kolaydır. Benim gençliğimde futbol maçlarındaki hakemlerin farz edilen cinsi tercihlerini deklere eden tezahüratlara engel olmak için ciddi yasaklar getirilmiş, seyirciler de “Aslan hakem anlarsın ya” diyerek tezahürat yapmışlardı. Açık konuşmamışlardı ama ne demek istedikleri belliydi. Ancak konu ülkeyi ilgilendiren meseleler olunca açık konuşmak gerekir.
17 Nisan tarihli DÜNYA Gazetesi'nde Sn. Hüseyin Gökçe’nin “İşsizlik on bir ayın zirvesinde yüzde 11.1” başlıklı bir haberi vardı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2016 Ocak ayı itibariyle erkeklerin yüzde 10.3’ü, kadınların yüzde 13’ü, gençlerin yüzde 19.2’si işsiz. Haberde “İş aramayan ancak çalışmaya hazır kişilerin sayısının da eklenmesiyle katılmasıyla geniş tanımlı işsizlik ise Ocak ayı itibariyle yüzde 20.3 olarak ölçüldü” deniliyor. Yani Türkiye’de 30 milyon civarındaki iş gücünün 3 milyondan fazlası işsiz. Açık konuşmak gerekirse! 75 milyonluk bir ülkede bu rakamlar çok kötü. Hele her beş gençten birinin işsiz olması bir facia. Bu rakamlara göre ülkede 25 Milyon kişi çalışıyor ve geriye kalan 50 milyonun bugününü finanse ettiği gibi kendileri dahil 75 milyonun tamamının da yarınını da inşa etmeye çalışıyor. Sizin anlayacağınız 3 kişiden biri diğer ikisinin hem bugününü hem de kendi dahil herkesin yarınını kurtarmakla yükümlü. Bu çok ağır bir yük ve büyük olasılık yapılabilir bir şey değildir. Bunun kısa dönem siyasi çıkarlara dayalı, gazetelere haber niteliğinde demeçlerin servis edilmesiyle çözümlenmesi yerine açık konuşup! Uzun dönem için önlemler gerektirdiği açıktır. Neyse, bugün sizlerle iktisadi Kuvayı-i Milliye tartışacak değilim. Değinmek istediğim işveren olduğu anlaşılan bir okur mektubunun bana düşündürdükleri. Mektubunun bir kısmında okurum şöyle diyor. Kelimesini değiştirmeden ve düzeltmeden veriyorum: “İşçi ve çalışanlar için sunulan ayrıcalıklardan dolayı artık nitelikli disiplinli, çalışkan eleman bulmak, yetiştirmek imkansız hale geldi bunu bu hükümet yaptı. Hükümetin desteklediğim başarılarını tebrik ettiğim noktaları var ancak bu konularda deneyimleri yok. Kaş yapacağım derken gözü kaybediyor artık buyrun işsizler ordusunu görüyoruz. Bizde artık yeter diyoruz 3-5 ay maximum 1 yıl çalışıp sonra işsizlik maaşı alır geçinirim neden çalışayım kendimi yorayım memleketi ben mi kurtaracağım deyip çalışma zorunluluğu hissetmiyor ve nasılsa devlet bize bakmak zorunda diye düşünüyor güveniyor herkes, işveren firmalara artık tam destek verilmezse üreticiler desteklenmezse bu ülkede bir yerlere gelemeyiz.”
Doğru anladımsa okurumun bir sebep-sonuç argümanı var. Anlaşılan canı yanmış, oturup bir mektup kaleme almış. İleri sürdüğü sebep genelde işçiyi korumaya yönelik yasal önlemler; özelde işsizlik sigortası (3-5 ay maximum 1 yıl çalışıp sonra işsizlik maaşı alır geçinirim). Bunun yol açtığı sonuç ise genelde işsizlik; özelde istenen düzeyde eleman bulmanın güçleşmesi (artık nitelikli disiplinli, çalışkan eleman bulmak, yetiştirmek imkansız hale geldi.) Anladığım kadarıyla okurum millet çalışmadan para kazanmak dururken niye uğraşayım diyor ve işsizlik maaşı ödemelerinin bunu teşvik ettiğini, tembelliğe ve işsizliğe yol açtığını düşünüyor.
Önce bildiğim kadarıyla şu işsizlik maaşı denilen şeye bir değineyim. Yanlış biliyorsam konunun uzmanları beni uyarsınlar lütfen. Bu işsizlik maaşını almak için hizmet akdinin feshinden önceki son 120 gün içinde prim ödeyerek sürekli çalışmış olmak, son 3 yıl içinde en az 600 gün süre ile işsizlik sigortası primi ödemiş olmak, hizmet akdinin feshinden sonraki 30 gün içinde başvurmak ve işten ayrılmanın nedenlerini kodlayan 34 kodlu sistemde bunlardan 12’sine uyan bir nedenle işsiz kalmış olmak şartları aranıyor. İşsizlik maaşı en fazla on ay süre için veriliyor (bir 16 aya çıkarılacağı haberi vardı ne oldu bilmiyorum). Şu anda üç yüz bin kişiden biraz fazla insan işsizlik maaşı alıyormuş. Yani işsizlerin yaklaşık yüzde 10’u. Buna ilişkin kanunun çıktığı 2002 tarihinden bu yana geçen 14 yılda beş milyonu aşkın müracaatçıdan dört milyon civarında kişi bu maaşı almış ve bu kişilere toplam 9 Milyara yakın para ödenmiş.
Eğer bu bilgilerim doğruysa ve açık konuşmak gerekirse! okurumun sebep-sonuç analizine katılmak pek olanaklı görülmüyor. Rakamlar bunu söylemiyor. Eminim 3-5 ay maximum 1 yıl çalışıp sonra işsizlik maaşı alır geçinirim diyenler vardır ama ülke ekonomisinde önemli bir sayı oluşturduklarını sanmıyorum.
Sebep-sonuç analizini bir kenara bırakırsak, okurumun iki teşhisi var ki onlara hiç olmazsa kısmen katılmamak mümkün değil: 1. Nitelikli disiplinli, çalışkan eleman bulmak, yetiştirmek imkansız hale geldi; 2. İşsizler ordusunu görüyoruz. Gerçekten de birinci şikayeti çok işveren dosttan duyuyorum. Eleman bulmak imkansız hale mi geldi bilmiyorum. İkinci şikayet ise rakamlarca doğrulanıyor. Sayın Çetin Altan’ın yıllar önceden beri sıklıkla dile getirdiği ‘mesleksiz insanlar’ yetiştiren bir eğitim-öğrenim sistemi, siyasi retoriği bir kenara bırakırsanız ‘üretime yatırım yapamayan’ ülke ekonomisi, bunların nedenleri ve çözümleri irdelemek sanki işsizlik maaşından daha sağlam bir sebep sonuç analizi verecek gibi görünüyor. Açık konuşmak gerekirse! Ülkenin önemli meselelerini, orta ve uzun dönem ekonomik ve sosyal çıkarlarını, kısa dönem ve kime ne faydası olacağı bir türlü açıklanamayan ve anlaşılmayan gündem maddeleri yerine bir an evvel koysak hem şimdiye hem de geleceğe daha faydalı işler yaparız gibi geliyor bana.
Sağlıcakla kalın.