Açık denizlerde oynanan tiyatro!

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ [email protected]

Dünyanın farklı bölgelerindeki denizlerde yoğun bir rekabet dönemine giriyoruz. Okurlarımızın çoğu Basra Körfezi'nde süregelen gerilimleri ve ABD ile İran arasında giderek artan söz düellosu ve kışkırtıcı eylemleri muhtemelen yakından izliyor. Tabii, bir de Rusya'nın nüfuzunu yeniden güçlendirmeye çalıştığı, Sovyet döneminde uydu olan ülkelerin ise buna karşı koymaya yöneldiği Karadeniz var. Ancak Türkiye için asıl önemli olan Akdeniz. Ve burası birçok yönden, diğer ikisinden daha büyük bir önem arz ediyor. Basra Körfezi'ni stratejik olarak önemli kılan başlıca sebep petrol. Akdeniz ise ticari olduğu kadar askeri açıdan da önem taşıyan stratejik bir su yolu. Şimdi de değerli bir doğal gaz kaynağı haline geliyor. Akdeniz'de uzun bir kıyı şeridine sahip olan Türkiye bu kaynakla ilgili taleplerde bulunmaya başlamıştır. Güney Kıbrıs Türkiye'ye karşı baskı oluşturma gayreti içinde. Rusya, Akdeniz'deki yerini sağlamlaştırmanın bir adımı olarak Suriye'nin Tartus bölgesinde deniz üssünü yeniden hayata geçirdi. İran ise Tartus’un neredeyse yüz kilometre güneyindeki Lazkiye'de bir limanının bir bölümünü kiralamak istiyor. ABD ve NATO savaş gemileri denizde devriye geziyor. Doğu Akdeniz kalabalık bir jeopolitik alan haline geldi. Bu yoğun trafik, kazaların çatışmaya dönüşmesi riskini arttırıyor. Bu hafta, bölgede hüküm süren dinamiklere ve Türkiye'nin bir Doğu Akdeniz gücü olarak nasıl konuşlandığına bakıyoruz.

Doğu Akdeniz'de birçok gelişme yaşanıyor. Bölgede olup biteni kısaca özetleyebilir misiniz?

Doğu Akdeniz'de çok sayıda, birbirinden farklı rekabetçi ilişki ortaya çıkmış bulunuyor. Durumu daha da karmaşık hale getiren doğal gazın keşfedilmesinden de önce Rusya uluslararası alandaki küresel güç konumunu geri kazanmaya çalışıyordu ve gücünü en etkili şekilde geliştireceği bölge olarak da Doğu Akdeniz'i görüyordu. Suriye'deki gelişmeler Rusya'nın özlemlerinin gerçekleşmesini kolaylaştırdı ve bu sularda kimin üstün olacağı konusunda ABD ile Rusya arasında yoğun bir rekabet başladı.

Bir sonraki sorun bölgedeki doğal gazın keşfi. Bu alanda çok yönlü rekabet ilişkileri var. Her şeyden önce Akdeniz, tüm kıyıdaş ülkelere büyük münhasır ekonomik bölgelere sahip olma imkanı sunacak kadar büyük değil, hatta bazı durumlarda ülkelerin yeterince büyük bir kıta sahanlığına sahip olmalarına bile imkan vermiyor. Bu durum karşısında, ülkeler konumlarını güçlendirmek için her yola başvurulmaya çalışıyorlar. Türkiye; İsrail, Mısır, Kıbrıs, Lübnan ve Suriye'den gelen rekabetle karşı karşıya bulunuyor. Şu anda can alıcı soru, bölgedeki doğal gazda kimin ne kadar hak iddia edebileceği. Geçmişte, Türkiye bazı sondaj gemilerinin çekişmeli bölgelerde çalışmasına izin vermedi; şimdi de Türkiye kendi sondajlarını yaparken, diğer taraflar Türkiye'nin araştırdığı alanların yasal olarak kendisine ait olup olmadığını sorguluyor. Benim şahsi görüşüm bu bölgelerin Türkiye'ye ait olduğu şeklinde fakat başkalarının aynı fikirde olmadığı aşikar.

Bu bölge tam olarak Türkiye'nin arka bahçesi. Aslında böyle bir durumda Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de söz sahibi olması beklenir ancak işler hiç de öyle yürümüyor. Neden?

Sorun, Türkiye’nin sondaj faaliyetlerine başlamakta geç kalmış olmasıdır. Doğu Akdeniz'e kıyıdaş ülkelerle ilişkilerinin daha iyi olduğu eski günlerde, biraz da münhasır ekonomik bölge sınırlarının belirlenmesini öngören B.M. Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni imzalamadığı için, Türkiye böyle bir çabaya girişmemişti. Bu işlemler şimdi Türkiye dahil edilmeden gerçekleştiriliyor. İzlenen yolun sorunlara davetiye çıkardığı muhakkaktır. Türkiye'nin Akdeniz’deki komşularının sorumsuzca davranışlar sergilediği kanısındayım. Ne yazık ki, diğer aktörler duruma yardımcı olmuyor. Bu gelişmeler yaşanırken Fransa, kendi askeri gücünü sergileme sevdasına kapılarak provokasyonlarını artırıyor. Bir uzlaşıya varma ihtiyacının maalesef ancak büyük bir olay patlak verdikten sonra idrak edileceğinden endişe ederim.

Ortalık bu kadar kalabalık olunca, birşeylerin kazara yanlış gitmesi ve çatışmanın tırmanması ihtimali yükseliyor. Şu anda çatışmaları önlemeyi sağlayacak harhangi bir uluslararası kurum veya yapı var mı?

Aslında bu amaca dönük herhangi bir platform bulunmuyor. Bölgedeki aktörlerin her biri farklı örgütler ve ittifaklar içinde yer alıyor. Rejimleri, jeopolitik yönelişleri birbirinden farklı ve bazılarında savaş var. Ortak bir çerçeve yok. Eski günlerde bölgede barışın tesisi ve korunması çabalarına ABD öncülük ederdi. Ancak, günümüzde Amerika bu rolü tamamen terk etmiş durumdadır. Hatta, Trump Yönetimi’nin bölgede barış kurma çabalarına öncülük etmek bir yana, çatışmalara tam bir taraf olduğu söylenebilir. AB’nin böyle bir rolü üstlenecek kabiliyeti yoktur. Tüm üyelerinin rızasını almadan hareket edemeyen bir örgütün etkin bir aktör olamayacağı zaten bellidir. Ayrıca AB Doğu Akdeniz’de sorun çözücü değil, sorun yaratıcı bir politika çizgisi izliyor; dedikleri yapılmazsa, AB’nin genişleme politikasını sabote edeceğini ilan eden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin şantajlarına teslim oluyor.

Sonuç olarak, şu anda bölgedeki çatışmaları çözüme yönlendirecek mekanizmalar bulunmuyor. Durum son derece mütehavvil. Hemen her aktör durumun belirsizliğinden kendi çıkarları yönünde yararlanabileceğini hesap ediyor, İstikrar ve işbirliği arayışında değil Bu tutumun işbirliği yapmamanın ve bencilce davranmanın doğurduğu kayıpların, işbirliğinin faydalarını açıkça aştığı bir noktaya kadar devam edeceği tahmin edilebilir.

Türkiye daha yapıcı bir rol oynayabilirdi. Neden buna yanaşmıyor?

2007'ye kadar, hatta sonrasında Türkiye'nin dış politikası, Doğu Akdeniz'e kıyıdaş devletlerin güvendiği ve Türkiye'nin bölgesel sorunlara çözüm getirme çabalarını kabul edebileceği şekilde yürütülüyordu. Komşularımız, Türkiye'nin herkese eşit davrandığına ve üstlendiği taahhütleri yerine getireceğine inanıyorlardı. Ancak özellikle Arap Baharı'nın ardından Türk dış politikasında meydana gelen değişikliklerden sonra Türkiye de , ABD gibi, anlaşmazlıkları yöneten bir bölgesel güç olmaktan ziyade mücadelelere taraf bir aktöre dönüşmüştür. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye şu anda liderlik sunabilecek konumda değildir. Liderliği, kimse tarafından kabul edilmeyecektir. Ancak Türkiye siyasetini değiştirirse yani Suriye'de barış yaparsa, Mısır ile ilişkilerini düzeltirse, İsrail ile daha dengeli bir ilişki geliştirirse, o zaman doğal kaynakların kullanılması konusunda bölgesel bir uzlaşıya varması daha kolay olabilir.

İyileşmeyi çok sayıda şarta bağladınız.

Evet, gerçekten de öyle. Ancak şu anda Türk dış politika yapıcıların aklında bu denli büyük değişimler olduğuna dair bir emare varmış gibi görünmüyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019