Acı da olsa gerçekleri dost bilmek önemlidir
Hafta başında açıklanan Gayri Safi Yurtiçi Hasılamıza ilişkin veriler, her ne kadar geride kalmış bir dönemle ilgili olsa da ekonomik eğilimlerdeki seri olumsuzlaşma açısından önemli sayılabilecek bilgiler içeriyor. Döviz kurlarındaki dalgalanmaların doğrudan ve dolaylı etkilerine bağlı olarak, içine düştüğümüz açmazı ve neden en kırılgan ekonomiler arasında ilk üç içinde yer aldığımızı gözler önüne seriyor.
2018 yılının ilk çeyreğinden son çeyreğine kadar, tüm sektörler ve değişkenlerde çok ciddi bir olumsuzlaşma yaşanmış. İç talep kontrolsüz bir şekilde daralmış, makroekonomik görünüm bozulmuş, bilançolar yıpranmış ve sistemi oluşturan kurumsal yapıya yönelik güvensizlik tavan yapmış. Söz konusu sene boyunca ortalama büyüme yüzde 2,6 ile sınırlı kalırken dolar bazındaki daralma yüzde 9 düzeyine yaklaşmış!
2017 senesinde 851,5 milyar dolar olan Yurtiçi Hasılamız, 2018 yılında 781,1 milyar dolar düzeyine gerilemiş. Döviz kurunda yaşanan dalgalanmalar ve dolaylı etkileri sonuç üzerinde belirleyici olmuş. Bu görünüm söz konusu büyüklüğün son on beş yıl genelinde 200 milyar dolar düzeyinden 800 milyar dolar seviyesinin üzerine nasıl çıktığını ve uzun süredir neden daha yukarı gidemediğinin acilen sorgulanmasını gerektiriyor. Asıl önemlisi, dolar bazında küçülme sürecinin devam etmesi olasılığı ile yaratabileceği sonuçların irdelenmesi gerekiyor! Bu önemli konulara kafa yormadan, en kötünün geride kaldığını iddia etmek pek anlamlı olamıyor.
Süreç içinde yaşanan küresel kredi krizini ihmal eder isek, 2002 ve 2013 yılları arasındaki küresel koşullar çok farklı idi; anormal sayılabilecek türden bir risk alma çılgınlığı vardı ve gelişen ekonomilere yönelik sermaye akımları çok güçlüydü. Söz konusu dönem boyunca Türk Lirası aşırı değerlenmiş, ekonomimizin cari açığı yeni rekorlara yelken açmış ve dolar bazlı yurtiçi hasılamızın ayakları yerden kesilmişti. 2011 yılındaki Arap Baharı ile 2013 senesinde ABD para otoritesinin normalleşme takvimini açıklaması arasındaki iki yıllık duraksama sonrasında söz konusu eğilimlerin yön değiştireceği belirginleşmişti.
Ekonomimiz açısından borçla ulaşılan yaşam standardının korunması mümkün görünmüyordu! Türk Lirasının düşük değerli olmaya başlayacağı, cari açığın bir şekilde küçüleceği ve dolar bazlı yurtiçi hasılanın gerileme eğilimine gireceği öngörülemeyen bir durum değildi. Adımız aşırı kırılgana çıkmadan bu gerçeği kabullenmek, uzun vade açısından çıkarlarımızı azami ölçüde gözeten yeni bir yaklaşıma geçiş yapmak zorunda idik. Fakat olmadı; ekonomik gereklilikler siyasi hesapların önüne geçemedi, iş dünyamız kolay kazanç hayallerinden vazgeçerek gerçekçi olmaya yanaşmadı, gelir dağılımındaki bozulmaların da katkısı ile toplumsal duyarlılıklar çalışamadı. Gerçeklere direnmek, istemediğimiz yönlere sürüklenmemizi önleyemedi.
Küresel koşullar, jeopolitik riskler ve ülkemizin çıkarları gerçekçi olmayı zorunlu kılıyor! Kazanımları koruyalım diyerek olumsuz sonuçlar ile didişerek enerjimizi tüketmek yerine, en kötüyü sınırlayan yeni bir stratejiye ihtiyacımız var. Üretim potansiyelimizin desteklenerek geliştirilmesi, bu konunun merkez olarak tanımlanması ve diğer tüm tercihlerin buna uygun yapıda yeniden şekillendirilmesi özel önem taşıyor. Aksi takdirde en kötüyü sınırlamak mümkün olmayabilir ve küçülmesi durdurulamayan yurtiçi hasılamız ciddi istikrarsızlıkların sebebi olarak mevcut kısır döngüyü derinleştirebilir. İyimser varsayımlara dayalı afaki hesaplar, bu olumsuzlukların yaşanmasını engelleyemeyebilir.
Etkili ve yetkili tüm kesimlerin bazı önemli sorulara yanıt araması, ortaya çıkan cevaplara göre geleceğe yönelik tercihlerini değiştirmesi gerekiyor. Sorunların ağırlaşması pahasına günü kurtarma yaklaşımına devam edilmesi yönündeki tercihin, en kötüyü sınırlayabilmesi mümkün müdür? Dolar bazındaki yurtiçi hasılanın 600 milyar dolar düzeyinin altına inmemesi için, neler yapılmalı ve ne tür tercihlerden kaçınmak için seferber olunmalıdır? Bazı kesimler neden bu ve benzeri soruları ısrarla görmezden geliyor ve gündemden uzak tutmaya çalışıyor?