Aç kapıyı ben geldim
Bir mala olan isteğin talep olabilmesi için satın alma gücü ile, yani gelir ile desteklenmesi gerekir. Kapitalistler maliyetleri düşürmek için sürekli olarak ücretlerin düşük kalmasını ister. Bunu doğru bir yaklaşım olduğunu göstermeye yönelik olarak koca bir iktisat yazını da var. Bu yazın klasik, neo klasik teorilerle de desteklenir. Bu teorilerin mantığı basittir. Ücretler artarsa karlar düşer, karlar düşerse de önce tasarrufl ar sonra yatırımlara azalır, ekonomi büyüyemez. Bunun adı da krizdir. İktisadın babaları olarak görülen A. Smith, D. Ricardo, J.S. Mill gibi klasiklerin tamamı bu kafadadır. Bu kafa karşılaştırmalı üstünlükler teorisi, faktör donatımı teorisi ile yine aynı mantıkta dış ticaret politikası üretir. Bu yaklaşım 1929 bunalım ile duvara çarpınca, Keynes efektif talep teorisi le ücretlerin düşük olması durumunda mallara yeterli talep olmayacağını, bunun da talep krizi yaratacağını gösterdi. 1970’li yıllardan sonra yaşanan enfl asyonun (stagflasyon desek daha doğru) etkisi ile neoklasikler atak yaptılar. Geriye döndüler. Bu defa gelir yeterli değilse kredi veririz, kredi alarak da (vererek de) talep yaratılır dediler. Bunu uluslararası boyuta taşıdılar, kuyruğuna da küreselleşme, finansal serbestleşme gibi kavramları eklediler. Bu mekanizma da 2008 krizi ile çöktü. Ortada borçlu hanehalkı, şirketler ve devletler kaldı. Şimdi yine bir efektif talep krizi ile uğraşıyoruz. Bireylerin talep ettikleri mallar sadece mal piyasasını değil, para piyasasını da etkilemekte. Bireylerin para taleplerini belirleyen değişkenler arasında konut, dayanıklı tüketim malı (otomobil, beyaz eşya gibi) fiyatları ve satışları da belirleyicidir. M. Friedman bu analizi ilk yapanlardandır. Genel kabul şudur: Eğer bir ekonomi de konut ve dayanıklı tüketim malı satışları düşüyor ise, o ekonomi de efektif talep krizi, daha da açık bir ifade ile büyüme krizi var demektir. Bundan dolayı birçok ülke de ekonomiyi izleyenlerin baktıkları ilk değişkenler bunlardır. Türkiye de ne yazık ki, fiyat takıntısı olduğu için daha çok faiz oranı ve döviz kuru bakılmakta.
2018 yılında yaşadığımız ekonomik soruna fiyat takıntısı olanlar daha çabuk kriz dedi, fakat makro ekonomiye daha geniş bakış açısı ile bakanlar aslında 2016 yılından bu yana ekonominin ivmelene bir biçimde krize doğru gittiğini görüyordu.
Bundan dolayı bu köşenin sahibi de dahil olmak üzere bazı iktisatçılar ekonomiye ilişkin uyarılarını daha önceden yaptılar. Hatırlıyorum ekonomide de stagflasyona doğru gidiş var diye yazdığım ilk yazının tarihi Kasım 2014.
Bu hafta açıklanan veriler ile ülkemizde artık bir stagflasyon krizi olduğunu, daha hafif bir ifade ile başladığı netleşti. Açıklanan verilere göre dayanıklı tüketim mal gurubu içinde yer alan beyaz eşya satışları ilk 11 ay da yurtiçinde yüzde 16 daraldı, ihracattaki artış bu azalışı frenledi ise de toplamda yüzde 2 düştü.
Konut satışları da 2018 Kasım ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 27, ipotekli konut satışları ise yüzde 85.7, diğer konut satışları da yüzde 1,4 azaldı. Yılın ilk 11 ayında konut satışları geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 2.98, ipotekli konut satışları ise yüzde 61.2 oranında geriledi. Satışlardaki düşüşü aşmak için hükümet sürekli yeni kredi imkanı yaratma peşinde. Son alarak tarım bankacılığı yapması gereken TC. Ziraat Bankasını ipotek bankası gibi müteahhitlerden tahsil edemedikleri alacakları için yeni bir kredilendirme modeli uygulama kararı aldılar. Modelin özü şu: konutu bizim batık müteahhitten alın size düşük faizli kredi verelim. Hükümetin bir başka çözümü de ücret artışlarını engelleyip, kar oranlarını korumak.
Anlaşılan sermaye sınıfı da, hükümet de karı artırmak için önce üretmenin, sonra da satmanın gerekli olduğunun, talebin de gelirle yaratılması (istikrarlı ücretle) halinde uzun dönemde istikrarın sağlayacağının farkında değil. Hala bakış açısı miyopik. Sermaye sınıfına önerim; bu yüksek maaşlı miyopik CEO’lardan kurtulun. Onlar size işçilere daha düşük asgari ücret önerelim diye söylev çekerken, kendi ücretlerini artırma derdindeler (ABD, Yunanistan’da da böyle olmuştu). Hükümete ise önerimiz yok, onlar her şeyi biliyorlar.
Ancak şunu da söyleyelim, eğer bir ekonomide küçülme var iken, fiyatlar yükseliyorsa bu krizin adı stagflasyondur. Türkiye stagflasyonu 70’li yıllarda yaşamıştı. 2018’de stagflasyon yeniden aç kapıyı ben geldim diyor, uygulanan iktisat politikaları ile; stagflasyonu sermaye sınıfı ve siyasal erk çağırdı. Yani krizi bahane edip, ortalıkta sarı yelek avına çıkmayın.