Abdülhamid
Sanayileşme, Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılın başından itibaren gündeminde oldu. ‘Geç’ kalkınan ülkelerin en önemlilerinden olan Japonlarla hemen hemen aynı anda başlattığımız siyasi birlik ve sanayileşme çabaları başarısız olunca hem sanayileşme durdu hem de imparatorluk çöktü.
K-12 ders kitaplarımızda ‘müstebit (baskıcı diktatör), paranoyak Sultan’ diye tanıttığımız Sultan Abdülhamid 1876 yılında tahta çıkmış ve 1908 yılında inmişti. Daha doğrusu, indirilmişti. Bu indiriliş Osmanlı İmparatorluğu’na çok pahalıya mal olmuştu.
Sultan Abdülhamid, 30 yıl boyunca bir taraftan kasası boşalmış imparatorluğu ekonomik olarak ayakta tutmaya çalışmış; onu teknik ve teknolojik olarak dönüştürmeye uğraşmış ve çok unsurlu imparatorluğu bir parça olarak devam ettirmişti.
Daha önemlisi, imparatorluğun sanayileşmesi ve teknolojiyle tanışması için sayısız proje gerçekleştirmişti. Sultan Abdülhamid hem ekonomik hem de askeri sebeplerle imparatorluğu demiryollarıyla donatmıştı. Oluşturulan ağın 3 bin km’lik kısmı, son 10 senede hızlı tren inşaatları başlatılıncaya kadar ülkemizin ağının yüzde 30’unu oluşturuyordu.
Aynı yıllar dünya ekonomisinin önemli bir dönüşümden geçtiği yıllardı. Dünyadaki güç dengesi değişirken Osmanlı İmparatorluğu da Sultan Abdülhamit yönetiminde yeni dünyada kendine bir yer edinmeye çalışıyordu. Bunun için bir taraftan ekonominin düzeltilmesi ve güçlendirmesi diğer yandan da büyük satranç oyunundaki güçlü oyuncularla ince siyasi ilişkilerin yürütülmesi gerekiyordu.
Almanya 1871’de birliğini tamamlamış artık diğer güçlerden dünya pazarlarında pay istiyordu. İtalya da aynı yıllarda aynı şeyi yaptı. 19. yüzyıl öncesinde sanayi devrimini yaşamaya başlayan İngiltere ve Fransa 19. yüzyılda artık yalnız değildi. Almanya ve Hamilton’dan beri sanayi sektörünün önemini anlamış olan Amerika artık sanayileşmiş ve yayılmak isteyen ülkelerdi.
1868’den sonra sanayileşme sürecini başlatan Meiji Japonya’sı da önemli bir güç olmaya çalışıyordu. Nitekim, Meiji restorasyonunun sonunda, 1905 yılında aynı coğrafyada genişlemeye çalışan Rusya’ya büyük bir yenilgi tattırdı. Bu yenilgi, dünyada yüzyıllardır ilk defa ‘doğulu bir güç batılı bir gücü yendi’ diye yorumlandı. İkisi de doğuluydu ama bu zafer Japonya’nın ekonomik, askeri ve kurumsal dönüşümünü sağladığını gösteriyordu.
Japon iş adamları ve batı ülkelerine eğitim için gönderilen Japon öğrenciler ülkelerine dönmüşler ve siyasetle uğraşmak yerine ülkelerini kalkındırma sevdasına düşmüşlerdi. Örneğin, Osaka doğunun Manchester’i olacak, Japonlar o dönemin çelik gemiler (tersanecilik), kimya gibi sektörlerle birlikte en stratejik sektörü sayılan tekstilde ithalatçı değil ihracatçı olacaklardı.
Nitekim, kısa sürede İngiltere ve Hollanda gibi dönemin gelişmiş ülkeleri mal satmak için zorla ticarete açtıkları Japonya’nın ihracatçı şirketlerinden şikayet etmeye başlayacaklardı: Japon şirketleri ucuz sınai tekstil ürünlerini üretmeyi başarmış ve batı Avrupa pazarlarına bu ürünleri yağdırmaya başlamışlardı. Avrupa sanayisi zor durumdaydı. Sultan Abdülhamid 1870’lerin başında ifl as ilan etmiş büyük ama güçsüz bir imparatorluğun başındaydı. Ülkenin beşeri ve fiziki altyapısı yetersizdi. Eğitim sistemi özellikle teknik eleman yetiştirmede yetersizdi. Japonya benzeri bir dönüşümü gerçekleştirmeye çalışıyordu.
Ancak İstanbul, Tokyo’dan daha politize bir başkentti. Doğu’da Ermeni’lerin Balkan’larda Bulgar ve diğer Osmanlı topluluklarının, Filistin’de ise yakın zamanda Viyana’da toplanan Siyonist’lerin toprak talepleri vardı.
Ancak daha kötüsü, Osmanlı’da iç siyasetin karışıklığıydı. Toprak taleplerine direndiği Ermeni Taşnak teşkilatı tarafından Abdülhamid’e yapılan başarısız suikast denemesinden sonra Tevfik Fikret’in suikastçıları öven bir şiir yazması o dönem siyasetindeki kafa karışıklığını gösteren bir vesika olsa gerek.
Sonuçta 1908’de Sultan Abdülhamid ‘hal’ edildi. Bundan sonra, sanayileşme bir başka bahara kaldığı gibi imparatorluk tamamen çöktü.
Dört sene sonra, İttihat ve Terakki yönetimi altında girilen 1912 Balkan Savaşı’nda İmparatorluğun Balkanlardaki tüm toprakları kaybedildi. Milyonlarca Türk ve Müslüman ya katledildi ya da Anadolu’ya göçtü. 1914’de, o dönemki karar alıcılar imparatorluğu Almanya yanında savaşa sokma hatasını yaptı. Sonuçta, kalan topraklar da kaybedildi. Anadolu’nun neredeyse tamamı da ancak Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurtarılabildi.
Sultan Abdülhamid’in, Sultan olduğu dönemde en büyük karşıtlarından olan eski İttihatçı Nazır (Bakan) Rıza Tevfik’in onun ölümünden sonra yazdığı şiir durumu özetliyordu:
Nerdesin şevketlim,
Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına.
Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca
Sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî Padişâhına.
“Pâdişah hem zâlim, hem deli” dedik,
İhtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz “beli” dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.
Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.