ABD’de katliam rekorunu borsa rekoru izledi
Önceki gün ABD’de yaşananlar anlayana çok şey anlatmış olmalı.
Bir yandan Los Angeles’teki katliamda ölenlerin sayısının 59’u, yaralı sayısının da 529’u bulduğu belirlendi önceki gün. Katliama sahne olan konser alanına bakan otel odasına, kimsenin dikkatini çekmeden 16 adet uzun menzilli silah taşıyan ve mermi yığan katilin, bir katliamda en fazla insan öldürme rekorunu ele geçirdiği açıklandı. Bundan sonraki rekortmen adayı için çıta iyice yükseldi.
Diğer yandan ABD hisse senedi borsalarında yeni rekorlar kırıldı önceki gün. Katliam alanındaki can pazarının TV ekranlarına yansıyan ürpertici görüntüleri, günü yükselişle kapatmak için ter döken borsa oyuncularını hiç etkilemedi. Aynı gün açıklanan ve imalat sanayi üretimindeki canlanmayı ile şirket karlarındaki artışı müjdeleyen veriler borsaların yeni rekorlara tırmanmasına yetti.
Bakalım 64 yaşındaki rekortmen katilin rekoru ne zaman kırılacak, borsaların rekor tırmanışı ne zamana kadar sürecek. Geçen haftalarda da değindiğim gibi, borsa endekslerinin aşırı yükselmiş olduğunu ileri süren Nobel ödüllü, kalburüstü ekonomistler var ama rekoru yenilemeye koşullanmış boğaların hırsı şimdilik yükselişin sürmesini sağlıyor.
Katalonya’da ‘uygarlık’ dersleri
Pazar gecesi Las Vegas’ta yaşanan dehşet verici olaydan saatler önce İspanya’nın Katalonya bölgesinde yaşanan sahneler de, her şeye karşın uygarca yaşama umudunu korumaya çalışan insanların tüylerini ürpertti. Katalonya’nın İspanya’dan ayrılma talebinin oylanması için yapılan referandumu engellemekle görevlendirilen İspanyol polisi, oy kullanmak isteyen insanlara kıyasıya saldırdı, kadınları saçlarından çekerek yerlerde sürükledi. Şans eseri ölen olmadı ama yaralı sayısının 800’ü aştığı açıklandı.
Katalonya, İspanya’nın en zengin, en üretken bölgesi. Bölgenin başkenti olan Barselona dünyanın dört bir yanından insanların gelip yerleşmek için can attığı bir kent. Ayrıca dünyada en çok turist çeken kentlerden biri olan Barselona’da geçen Pazar yaşananlar “nasıl bir dünyada yaşıyoruz?” sorusunu bir kez daha sormaya zorluyor insanı. Dünyanın en yüksek refah düzeyine sahip olan Avrupa ülkelerinde bile, halinden memnun olmayan, kendilerini yönetenleri beğenmeyen insanların sayısının arttığını ve bu insanların yeni arayışlar içine girdiğini görüyoruz.
Bir yandan kapitalizmin küreselleşmesi, diğer yandan teknolojideki atılımın ve dijital devrimin insanların yaşamını çok boyutlu olarak etkilemesi dünyanın bütün dengelerini bozdu. Bütün ölçütlerin değiştiği, Batı’nın belirlediği referans noktalarının önemini kaybetmeye başladığı, güven ve istikrarın kalmadığı ve akıllı telefonların insan davranışlarını değiştirdiği bir dünyada insanların farklı arayışlar içine girmesi çok şaşırtıcı değil aslında.
Siyasetin iflası ve popülizmin yükselişi
Eski dünya düzeninin siyaset kurumlarının ve aktörlerinin, dünyadaki çok boyutlu dönüşüme ayak uyduramaması ve toplumun beklentilerini karşılayamaması insanların farklı arayışlara yönelmesine yol açtı. Kapitalizmin küreselleşmesi ve dijital devrim, küresel şirketlerin ulusal ekonomiden bağımsız olarak gelişmesine ve karlarını artırmasına olanak verdi. Dijital devrim, alanında öne çıkan az sayıda şirketin küresel tekeller oluşturarak kısa sürede trilyon dolara yaklaşan değerlere erişmesini sağladı. Sonuçta şirket karlarının ulusal ekonomiyle bağlarının zayıfladığı, toplumun yüzde 1’ini oluşturan çok küçük bir elit grubun toplam gelirin büyük bölümünü aldığı ve toplumun geniş kesiminin hayat standardını koruyamadığı bir yapı çıktı ortaya. Mevcut siyasi partiler ve aktörler ise bu yapıyı değiştirecek adımları atmadı, tersine bu yapının oluşmasına seyirci kaldı. Ülke büyük bir katliamla ya da doğal afetle sarsılırken bile borsalar rekor kırmaya devam edebiliyor bu ortamda.
Bu ortamda dünyanın yeni efendileri haline gelen küresel elitleri düşman olarak gören ve küresel – dijital dönüşüme ayak uyduramayan kitleler son çare olarak popülizme sarıldı ve kurtuluşu geçmişte aramaya yöneldi. Şimdi bu arayışı fark eden siyasetçilerin prim yaptığı ve milliyetçiliğin, ırkçılığın, ayrılıkçılığın yükselen değen haline geldiği ortamda otoriter ‘tek adam’ rejimlerini çıkış yolu olarak pazarlamaya çalıştığı bir dünyada yaşıyoruz.