ABD'nin borcu, dünyanın sorunu

Serhat GÜRLEYEN
Serhat GÜRLEYEN GENİŞ AÇI sgurleyen@isyatirim.com.tr

Dünya ekonomisinde son yılların en ilginç dönemlerinden birini yaşıyoruz. ABD Merkez Bankası (Fed) bugüne dek görülmemiş büyüklükte bir parasal genişleme yapıyor. Fed'in üç temel amacı var. (i) ABD ekonomisinin durgunluğa girmesini engellemek (ii) Deflasyonist bir sürece girilmesinin önüne geçerek bozulan borç dinamiklerinin düzelmesine yardımcı olmak  (iii) Dolara değer kaybettirerek ABD ekonomisinin uluslararası rekabet gücünü artırmak.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymuyor. Fed'in piyasalara sürdüğü tonlarca dolara rağmen ABD ekonomisinde arzu edilen canlanma gerçekleşmiyor. Mali kesim yaratılan parayı reel ekonomiye kaynak olarak aktaramıyor. Hane halkının borcunun fazla olması ve yüksek işsizlik risk algılamasını bozarak kredi çarpanını aşağı çekiyor. ABD ekonomisi bir likidite tuzağına doğru sürükleniyor.

Devasa boyutta niceliksel gevşemeye rağmen gerek enflasyon oranı, gerekse enflasyon beklentileri FED'in arzu ettiği düzeyin altında kalıyor. Parasal genişleme mal ve hizmet fiyatlarını artırmak yerine hisse senetlerinden, tahvillere, emtialardan gelişmekte olan ülke aktiflerine kadar uzanan küresel bir balona dönüşüyor.

Doların küresel ölçekte önemli boyutta değer kaybetmesine rağmen ABD ekonomisinin dış ticaret dengesinde arzu edilen düzelme gerçekleşmiyor.  ABD ekonomi yönetimi dış ticaret dengesindeki bozulma için Çin'i suçluyor. ABD'nin Çin'e karşı verdiği dış ticaret açığı 2010 yılının ilk sekiz ayında 173 milyar dolar ile (toplam açığın %41.5'i) bugüne kadar gördüğü en yüksek seviyeye ulaştı.

Çin ekonomi yönetimi uluslar arası rekabet gücünü aşağı çekeceği gerekçesiyle parasının dolara karşı değer kazanmasını yıllık olarak %2-3 gibi seviyelerle sınırlıyor. Çin'in parasının değer kazanmasına izin vermemesi, dış ticaretleri içinde Çin'in payı yüksek olan Asya ve Güney Amerika ülkelerinde de döviz kurlarına ve sermaye hareketlerine müdahale edilmesine yol açıyor.

Küresel ölçekte yaşanan kur savaşlarının faturası kurlara müdahale etmeyen Avrupa'ya ve müdahalesi sınırlı kalan Japonya'ya kesilmiş durumda. Avro ve yendeki değer kazanma iki küresel oyuncunun da uluslararası rekabet gücünü olumsuz etkiliyor. Avrupa Merkez Bankası geçmişte yaşanan hiper enflasyon döneminin acı hatırası nedeniyle sakinliğini koruyor. Durgunluk riski yaşayan Japonya ise niceliksel genişleme ve doğrudan müdahale ile parasına değer kaybettirmeye çalışıyor.

ABD ile başlayan ve Japonya'ya yayılan niceliksel gevşemenin orta vadede emtia fiyatlarını yukarı çekerek küresel enflasyonu artırmasını bekliyoruz. Enflasyondaki sıçramanın ekonomileri hızlı büyüyen ve kaynak kullanım oranı yüksek olan gelişmekte olan ülkelerden başlayacak.

Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülkede ekonomi yönetimi parasının içsel değeri (enflasyon) ile dışsal değerini (döviz kuru) eş anlı olarak belirleyemez. Paralarının dolara karşı değer kaybetmesini engellemek isteyen gelişmekte olan ülkeler orta vadede ya sermaye hareketlerini sınırlayacaklar ya da bağımsız para politikası uygulama şansını kaybedecekler.

Bize ayrılan yerin sonuna geldiğimiz için kur savaşlarının Türkiye ekonomisine etkileri başka bir yazıya kaldı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Petrol şoku sonrası… 23 Eylül 2019
Ağlatma beni Arjantin… 02 Eylül 2019
Emin liman aranıyor… 26 Ağustos 2019