ABD siyasetinde büyük bir değişim mi yaşanıyor?

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ [email protected]

Demokratların aldatıcı açıklamalarına bakacak olursak, geçen hafta yapılan ara seçimlerde "mavi dalganın" ABD'nin siyasi kıyılarına çarpması bekleniyordu. Ancak sonuçta, hiç olmazsa dış politika açısından, çok da büyük değişimler yaşanmadı. Yine de, Cumhuriyetçilerin Senato'da hakimiyetlerini sandalye sayısını daha da artırarak sürdürmeleri ve Beyaz Saray'ı ellerinde tutmaya devam etmelerine karşılık Demokratların Temsilciler Meclisi'nde kontrolü ele geçirmeleri, gücün partiler arası dağılımında bir değişime işaret ediyor. Bu yeni siyasi gerçeğin ne tür yansımaları olacak?

Seçimlerin sonuçları ve bunun ABD'nin dış politikası için ne anlama geldiğinden bahsedelim.

Ara seçimlerde sandıktan çıkan sonuçları iki açıdan ilginç buluyorum. İlkin, eğer seçim kampanyasını inceleyecek olursak, önemli denebilecek herhangi bir dış politika konusunun gündeme gelmediği görülür. Kampanyanın odağında iç meseleler vardı. Dış politika ile ilgili öne çıkan tek konu Latin Amerika'dan gelen göçtü. Bu durum, Amerikan yönetiminin dış politikada önemli değişikliklere gitme sorumluluğunu hafifletiyor. Diğer bir ifade ile, Trump yönetimi dış politikayı, iç siyasetten kaynaklanabilecek önemli kısıtlamalara tabi olmaksızın uygun gördüğü biçimde şekillendirebilecektir.

İkinci olarak, seçimin en önemli sonucu Kongre'de çoğunlukların değişmesidir. Şu anda Demokratların çoğunluğu ele geçirmiş olması, Temsilciler Meclisi'nin yasama, buna karşılık bünyesindeki komisyonların da önlerine gelen yasa tasarılarına inceleme, soruşturmalar düzenleme türünden yetkilerini Trump’ın hayatını zorlaştırmak amacıyla kullanacakları anlamına gelmektedir. Dış politikanın bir istisna olacağını düşünmek için hiçbir sebep yok. Dış politika ile ilgili sorunlar birçok şekilde masaya geleceğinden, Başkan Trump yönetimi kendini icraatını açıklamaya ve savunmaya mecbur hissedecektir.

Genellikle gözden kaçan üçüncü bir husus daha var: Cumhuriyetçilerin hükümetin üç kanadını birden elinde bulundurdukları dönem sona erdi. Bu da Başkanın politikaları belirleyen kişi olarak manevra alanını kaçınılmaz olarak daraltacaktır. Bu değişimin, dış politikayı hangi açılardan ne yönde etkileyeceğini önceden kestirmek çok kolay değil. Ancak yasama gücünün Senato ve Meclis arasında bölünmüş olması dolayısıyla, Trump yönetimi yasa çıkarmak için Kongre'nin iki kamarası arasında görüş birliği sağlamak için çok daha fazla mesai harcamak zorunda kalacak gibi görünüyor. Bu da muhtemelen dış politika meselelerine daha az enerji, kaynak ve zaman ayırabileceği anlamına gelecektir.

Türkiye için başlıca meseleler arasında İran yaptırımları ve Türkiye'nin bundan muaf tutulması, Suriye sorunu, özellikle de YPG / PYD sorunu yer alıyor. YPG / PYD, ABD’de bir miktar siyasi desteğe sahip. Demokratlar'ın Temsilciler Meclisi'ni kontrol etmesiyle bu destek artar mı?

İlkin, ABD'deki YPG / PYD desteğinin büyük ölçüde Washington ile sınırlı olduğunu belirtmek isterim. Amerikan halkının önemli bir bölümünün Kürt meseleleri hakkında çok endişe duyduğu, hatta çok fazla bilgi sahibi olduğunu düşünmüyorum. Yine de, Türkiye için hayatın biraz daha zorlaşmasını bekliyorum, çünkü Demokratlar arasında ABD'deki Türk karşıtı gruplarla bağlantıları bilinen bir takım şahsiyetler var. Örneğin, Meclis başkanı seçilmesi muhtemel olan Nancy Pelosi'nin Türkiye'ye çok da hayranlık duymayan, Yunan ve Ermeni lobileriyle de iyi ilişkileri olan bir kişi olduğunu biliyoruz. Şimdi, Türkiye karşıtı gruplar listesine bir de Kürt lobisini eklenmiş olacaktır. Bunlara ek olarak, son yıllarda Türkiye çeşitli Musevi lobilerinden de destek görmüyor. Daha önceleri İsrail ile yakın ilişkileri sayesinde ülkemiz Musevi lobilerinin desteğini alarak Ermeni ve Yunan lobilerinin olumsuz tavırlarını dengeleyebiliyordu. Ancak, günümüzde durum değişmiş bulunuyor. Türk hükümeti gerek izlediği politikalar gerek söylemleriyle, Musevi lobilerini Türkiye’den uzaklaştırdı. Sonuç olarak, seçimlerin Kongre'de Türkiye için olumlu değişiklikler getireceğini söylemek güç. Türkiye'ye yönelik yaklaşımı dostça olmayan siyasetçi sayısının artması dahi söz konusu olabilir.

Neticede, ABD'nin Türkiye'ye yönelik dış politikasında işler daha kötüye gidebilir mi?

Dış politikanın seçimlerde önemli bir gündem maddesi olmaması ve yönetimin hareket kabiliyetine sahip olduğu göz önüne alındığında belki de, 'Türkiye ile bütün köprüleri yakmanın mantıklı olmadığı' konusunda Amerikan siyaset çevreleri arasındaki artan farkındalık sayesinde, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin gelişmeye devam edebileceğini dahi söyleyebiliriz.

Benim asıl kaygım Amerikan yönetiminin kendi içinde neler yaşanabileceği konusundan kaynaklanıyor. Burada iki nokta öne çıkıyor: Bunlardan birincisi, Amerikan ordusu ile Amerikan dış politikasını şekillendiren çevrelerin Türkiye'ye yönelik farklı yaklaşımlara sahip olduğu gerçeğidir. Bunların eşgüdümlü biçimde birisinin iyi diğerinin kötü polisi oynadığından emin olamıyorum. Aralarında muhtemelen süregelecek gerçek bir siyasa farkı var. Fakat, son zamanlarda ABD'nin Suriye’de izlediği politikanın Türkiye'yi en fazla rahatsız eden taraflarını törpüleme çabaları dikkat çekiyor.

Ufukta görünen bir diğer sorun da İran yaptırımları. Türkiye'ye muafiyet tanınması ve Trump yönetiminin bu konuda yavaş ve temkinli hareket edeceğini taahhüt etmesi olumludur. Ancak Amerika’nın, Türkiye'nin İran'dan petrol alımını gelecek dönemlerde azaltmasını beklediği de bir gerçek. Aslında muafiyetin amacı durumun devamını olağanlaştırmaktan ziyade Türkiye'nin enerji tedarikini ayarlaması için zaman tanınmasıdır. Zaten rakamlar Türkiye'nin yaz başından bu yana İran'dan ithalatını azalttığını ortaya koyuyor. Benim endişem, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı bir dizi ülkenin, Amerika’nın giderek sıkılaşan bir ambargo uygulanması planlarına direnmek amacıyla araçlar geliştirmeye çalışması ve bunun da Türk-Amerikan ilişkilerine olumsuz yansımasıdır. Cumhurbaşkanımız, ambargonun zaten Türkiye'yi bağlamadığına dair açıklamalarda bulundu. Tabii, bu sadece sözlü bir çıkıştan ibaret olabilir. Ancak, daha önceki deneyimlerimizden bildiğimiz üzere, Amerikan ambargosu kurallarına uyulmaması genellikle Türkiye'nin hoşuna gitmeyecek sonuçlar doğuruyor. Aynı konuşmada, Cumhurbaşkanımızın Başkan Trump ile Halk Bankası konusunu görüşeceğini söylemesi, Türkiye'nin hâlâ bir önceki ambargodan geriye kalanları temizlemeye çalıştığını gösteriyor. Sanırım yeni bir karmaşa yaratılmak istenmeyecektir. Aksi yöndeki söyleme rağmen, Türkiye'nin eylem düzeyinde muhtemelen Amerikan ambargosuna açıkça meydan okumamaya dikkat edeceğini, ancak diğer ülkelerle birlikte ambargoyu aşmak için bazı yollar bulmaya çalışacağını düşünüyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019