ABD-Kuzey Kore Nükleer Silahlahsızlanma Zirvesi Ölüyor mu, Kalıyor mu?
24 Mayıs'ta ABD Başkanı Donald Trump, Kuzey Kore Lideri Kim Jong-Un ile 12 Haziran'da Singapur'da yapılması planlanan 'tarihi' zirveyi iptal ettiğini duyurdu. Söz konusu hamle, ABD liderlerinin günler boyu yaptıkları çelişkili kamuoyu açıklamalarının ardından geldi ve yönetimin dış politikası hakkında karmaşık sinyaller gönderdi. Daha kaygı verici olan ise, zirvenin iptal edilmesi tek süper gücün, şu anda acil ve hassas küresel meseleleri ele alma konusundaki becerilerini yitirdiğini göstererek dünyayı daha büyük bir belirsizliğe sürüklemesidir. Fakat Başkan Trump, iki gün önce, “bakarsınız zirveye giderim” diyerek fikrini değiştirebileceğini ifade etti. Peki zirvenin iptal edilmesinin arkasında hangi nedenler vardı ve bir sonraki adım ne olacak?
Başkan Trump'ın bu toplantıyı ilan etme biçimi, geri adım atmayacağını düşündürtmüştü. Peki ne değişti?
Öncellikle şunu belirtmek gerekir ki, Kuzey Kore'yi masaya oturtmaya ve nükleer silahsızlardan arındırmaya ikna konusunda mesnetsiz bir iyimserlik yaşanıyordu. Kuzey Kore'nin nükleer kapasitesini geliştirmesinin ve diğer bazı ülkelerin nükleer silaha sahip olmak istemelerinin sebeplerine bakacak olursak, arka planda yatan niyetin dünyayı yok etmek olmadığı aşikardır- ki zaten böyle bir şeyi yapabilecek kapasiteleri de bulunmuyor. Aslında varoluşsal endişelerden hareket ediyorlar. Bu ne demek, tek bir örnekle açıklayayayım: "ABD, Irak'a nükleer silahları olduğu için değil, olmadığı için saldırabildi." Irak'ın nükleer silahı olsaydı, ABD saldırmadan önce iki kez düşünürdü. Kuzey Kore'ye gelince; Amerikan tarafında, "Kuzey Korelilerin nükleer silahsızlanma konusunda anlaşmaya varmak için neler öne süreceği ya da kafalarında ne gibi şartlar olabileceği iyice düşünülmeden, bir nükleer silahlanma anlaşmasının kolaylıkla müzakere edilebileceği beklentisi gelişti. Kuzey Kore, muhtemelen ABD'den Pasifik'in tümünün nükleer silahlardan arındırılmasını ve askeri birliklerini bölgeden çekmesini isteyecekti ki, bu ABD'nin kabul etmesi imkansız bir taleptir. Daha önce, şu anki Kuzey Kore Lideri'nin babası Kim Jong-II, birkaç kezABD yönetimi ile görüşüp anlaştı ve her seferinde ülkesini zor ekonomik koşullardan sıyırmayı başardı. Ancak Kim Jong II, anlaşmaların uygulanması sayesinde ekonomik krizin son bulduğuna kanaat getirdiği anda verdiği sözlerden caydı ve nükleer çalışmalarına dönüş yaptı.
Özellikle Güney Kore'nin böyle iktisaden çok başarılı bir ülke haline gelmesi sonrasında, Kuzey Kore'nin varlığı tehdit altına girmiştir. Kuzey'in varlığını sürdürebileceğine güven duymasının tek yolu, muhtemel bir askeri harekata karşı kendini savunmak için nükleer yeteneğe sahip olmasıdır. Her ne kadar Çinliler ve Ruslar, Kuzey Kore liderini çok tutmasa da, onu Kore yarımadasındaki ve Pasifik bölgesindeki Amerikan tacizlerini dengelemekte bir araç olarak görüyorlar, nükleer silahlarını mesele yapmıyorlar.
Kuzey Kore'nin talepleri- balistik füze programını devam ettirmek, ekonomik olarak rahatlama- İran'ın 2015 anlaşmasında elde ettikleriyle benzerlik gösteriyor. Zirvenin iptalinde bu etkili oldu mu?
Bunun bir çok şekilde rol oynadığını düşünüyorum. Belki de Trump da iptal duyurusunu yeniden düşünmesinde bu tür faktörlerin bir rolü olmuştur. Amerikalıların kimseye danışmadan İran anlaşmasından çekilme biçimi önemli sonuçlar doğurdu, Amerikalılara güvenilemeyeceğini gösterdi. Yönetim değişiklikleriyle beraber Amerika'nın taahhütlerinden vazgeçebileceği görüldü. Dolayısıyla, bundan sonra bir ülkenin ABD Başkanı ile imzalanan bir anlaşmaya güvenmesi, bir sonraki başkanın bu anlaşmayı beğenmediğine ve uygulamayacağına karar verebilecek olması nedeniyle, basiretli bir davranış olmayacaktır.
Sanırım Başkan Trump, vaatlerini yerine getirmemesinin ABD’ne ve diğer dünya ülkelerine ağır zararlar verebileceğini yeterince farkında değil. ABD'nin kararsız davranışlarını gören Kuzey Korelilerin, bu ülke ile uzun vadeli bir anlaşmaya sıcak bakmaması normal olacaktır. İkinci olarak, Libya hakkında bazı gereksiz konuşmalar yapıldı. Bu da Amerikalılara duyulan güvensizliği pekiştirdi. Başkan Yardımcısı Mike Pence, ABD'nin Kaddafi ile nükleer programını sona erdirmek için nasıl bir anlaşma yaptığını ve sonrasında ondan nasıl kurtulduklarını gereksizce böbürlenerek anlattı. Kuzey Kore ile tam da müzakerelere başlamadan önce bu tip konuşmalar yapmak iyi bir başlangıç sayılmaz.
Bu bize ABD hakkında ne anlatıyor? Bu türden açıklamalar yapmak şok edici ve ahmakça. Bu davranışların altında bir stratejimi var yoksa düpedüz beceriksizlik mi?
Bu zor bir soru. Burada iki hususu bir arada düşünmek gerekiyor : İlkin, Trump yönetimine egemen olan genel düşünce çizgisi, dünyanın geri kalanını dikkate almayan, tamamen Amerika merkezlidir. Burada becerisizlik hem dünya görüşünün ifadesi hem de uygulamaya sokulması aşamasında tezahür ediyor. Ayrıca, donanımlı bir dış politika yapımcısının, Amerika'nın herşeyi tek başına yapabileceğine inanmasının da mümkün olmadığı ileri sürülebilir. Aslında, ABD’nin bu düşünce çizgisindeki boşluklar, ABD’nin İran anlaşmasından desteğini çekmesi eyleminde kendini gösteriyor. O olayda Amerikalıları destekleyen önemli tek bir ülke yok. Pasifik’te ise, ABD'nin müttefikleri Güney Kore ve Japonya’nın yeni gerçeklere uyum sağlamakta özel güçlük çekeceklerini sanıyorum çünkü her ikisi de Kuzey Kore ile daha barışçıl ve gerilimsiz bir ilişki geliştirebilmeyi ümit ediyorlar. Şu an ise, her iki ülke de kendilerini savunacak bir ABD şemsiyesinin varlığından kuşku duyuyorlar. Amerikaların, başlarına bir sürü dert açabileceğini de farkındalar. Unutmayalım ki, Trump kısa bir süre öncesine kadar tetiği çekebileceği ve kendi bombalarının Kuzel Kore'ninkilerden daha büyük olduğu tehditlerini savuruyordu. Çocukça bir davranış. Şimdi, belki de Kim ile buluşurum diyor ama sürece şimdiden bir hayli zarar verdi.
ABD’nin daha izole olduğunu görüyoruz. Kuzey ve Güney Kore arasındaki doğrudan ilişkiler gelişiyor gibi görünüyor. Çin yine Kuzey Kore ile doğrudan temaslarını sıklaştırıyor. ABD bölgeye ilgisiz mi kalmaya başladı?
ABD'nin bölgeye ilgisini yitireceği kanaatinde değilim. Zira, Çin başta olmak üzere bölgedeki ülkelerle güçlü ekonomik ilişki içinde. Filipinler, Japonya ve Güney Kore topraklarında askeri varlığını sürdürüyor. ABD, bölgede önemli bir güvenlik unsuru. Ancak ABD, Pasifik'teki rolünü çeşitli şekillerde zayıflatıyor. Bunlardan biri ekonomik rolünü azaltmak. TPP ticaret anlaşmasından çekilerek, Çin'e adeta bir liderlik davetiyesi gönderdi; istemeden de olsa Çin’in bölgesel konumunu geliştirmesine hizmet etti. Şimdi iki yoldan Çin’in konumunu yeniden güçlendirmesine yardımcı oluyor. İlkin, hemen her alanda ABD’nin bıraktığı boşluğu Çin dolduruyor. İkinci olarak, Pasifik ülkeleri, ABD'nin kendilerine verdiği desteğe olan güvenleri zayıflamaya başladığından, Çin ile ilişkilerini düzeltmeye çalışıyorlar. Çin ile bir sorun yaşasalar, ABD’nin dertlerini görmezlikten geleceğinden endişe ediyorlar. Filipinler'de Başkan Duterte'nin Çin'i ile yakınlaşması ve ABD hakkında son derece eleştirel açıklamalarda bulunması bunun örneği.