ABD, Japonya'dan ders alabilecek mi?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

IMF'nin 21 Nisan'da açıklanması beklenen yeni tahminlerine göre 2010 yılının sonunda ABD kaynaklı mali varlıkların toplam değer kaybının 3.1 trilyon doları bulması bekleniyor. (Sadece 3 ay önce IMF bu rakamı 2.2 trilyon olarak tahmin etmişti.) Avrupa ve Asya orijinli varlıkların beklenen 900 milyar dolarlık değer kaybıyla birlikte toplam rakam 4 trilyon dolara çıkacak. Bu rakam aynı zamanda Dr. Kıyamet lakaplı Roubini'nin 2010 yılının ortasında ABD'deki batıkların 3.6 trilyon dolara ulaşacağı öngörüsüne de oldukça yakın.

Bugüne kadar banka, sigorta ve diğer finans şirketleri için en büyük zararlar eşik-altı konut kredileri ve bunların türevlerine dayalı olarak ihraç edilmiş olan varlıkların bilanço değerlerinde yapılan düzeltmelerden kaynaklanıyordu. Ancak, şimdi, resesyonun yaygınlaşarak reel sektörü de etkilemesiyle birlikte diğer konut kredileri, ticari krediler ve tüketici kredilerinin karşılıklarında da büyük çaplı artışların oluşması kaçınılmaz gözüküyor. Bu şartlar altında, 2008 sonu itibarıyle toplam özkaynakları 1.4 trilyon dolar ve sermaye rasyoları %12.5 olan ABD bankalarının bugüne kadar devletten (TARP) aldıkları 230 milyar dolar ve özel sektörden aldıkları 200 milyar dolarlık ek sermaye oldukça yetersiz kalacak gibi gözüküyor. Roubini'nin tahminlerine göre ABD bankaları 1.8 trilyon dolar daha karşılık ayırmak zorunda kalacaklar ki, bu durumda sermayeleri sıfırlanmış olacak.

ABD esasen dün para spekülatörü Soros'un da uyardığı gibi kaçınılmaz bir şekilde Japonya'nın sonuna doğru yaklaşmakta. Önümüzde uyguladığı yanlış politikalar nedeniyle 10 seneden fazla durgunluk yaşamış bir ülke örneği varken, benzer hataların tekrarlanıyor olması ise oldukça düşündürücü. Ancak, ABD'nin aşamadığı iki zayıf noktası var: Birincisi, kapitalist sisteme ideolojik olarak aşırı angaje olmuş olması. İktidarda Demokratlar bile olsa, Obama'nın da geçenlerde altını çizdiği gibi, her şartta özel sermayenin ayakta kalması onlar için önemli. Devletleştirmeyi neredeyse bir yenilgi olarak görmekteler. Halbuki, pragmatik ve önyargısız hareket ederek sorunlu bankaları en azından geçici bir süre devletleştirmek çok daha akılcı bir çözüm olabilir(di).

ABD'nin ikinci zayıf noktası ise İdare ile özel sektörün çok iç içe geçmiş olması nedeniyle tarafsız ve bağımsız karar almanın çok zor olması. Gerek lobi gruplarının Meclis'teki etkinlikleri, gerekse de İdare'de bizzat yer alan sanayi ve bankacılık geçmişi olan yöneticiler nedeniyle alınan kararların çoğu genelin çıkarını değil, belirli sermaye gruplarının çıkarını kollayan kararlar olmakta. Nitekim, son Kamu-Özel Sektör Yatırım Programı (PPIP) bu yaklaşımın net bir örneği. Hatta, bu program kurgulanırken sanki "kamu kaynaklarının özel sektör bankalarına peşkeş çekilmesi nasıl en iyi şekilde gizlenir?" gibi bir dürtü ile hareket edildiği izlenimi veriyor. Bilindiği gibi bu programa göre 1 dolar özel sektör ve 1 dolar da kamu kaynak koyacak, sermayenin 6 katı kadar da (yani 12 dolar) kamu teminatsız borç verecek. Toplanan kaynaklarla da toksik varlıklar satın alınacak. Öncelikle, özel sektör olarak koyduğunuz 1 dolar karşılığında, size havadan 13 dolar kaldıraç sağlanırsa, söz konusu varlıklara gerçek piyasa değerinin çok üstünde (J. Sachs'in hesabına göre 2 katı kadar) bir değer biçebilirsiniz. İkincisi ise, her ne kadar toksik varlıkları olan bankaların kendi varlıkları ile ilgili ihalelere girmeleri yasaklanıyorsa da, başka ihalelere girmeleri yasak değil. Bu ise, 2001 yılı öncesinde bizde bazı bankaların sıkça uyguladığı ve "back-to-back" adı verilen bir yöntemi akla getiriyor. Yani, bir banka başka bir bankanın varlığını yüksek fiyattan satın alırken, diğer banka da o bankanın varlığını gene yüksek fiyattan satın alıyor. (Belki bizim bazı müslif bankacılarımız bu konularda ABD'de danışman olarak iş bile bulabilirler!)

Özel sektörün kamu yararının üstüne çıktığı bir başka alan da finansal raporlama standartları. Senelerdir, özellikle Basel 2 bağlamında, finansal kuruluşların bilançolarının halka açık ve şeffaf olması konusunda uğraşlar veren uluslararası kuruluşlar ilk küresel kriz ile birlikte 180 derece çark etmiş durumdalar. Özellikle FASB (Finansal Muhasebe Standartları Kurulu) zaten geçen sene sonunda gevşetilmiş olan gerçeğe uygun değer (fair value) muhasebeleştirmesini daha da gevşetmeye çalışmakta.

ABD'deki bankacılık sorunu hızla bir likidite sorunu olmaktan çıkarak, finansal sağlamlık sorununa dönüşmekte. Korkarım, bu şartlar altında, topyekün ve radikal çözümler yerine, hissedarları kollamaya yönelik, şeffaflığı azaltan taviz verici çözümler üreten ABD finans otoriteleri krizin derinleşmese bile Japonya benzeri bir şekilde kronikleşerek uzamasına sebep olacaklar.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019