ABD enflasyon gelişmeleri ve olası etkileri

Prof. Dr. İbrahim ÜNALMIŞ
Prof. Dr. İbrahim ÜNALMIŞ EKONOMİ NOTLARI [email protected]

Hafta ortasında ABD enflasyon verileri açıklandı. Buna göre tüketici enflasyonu Eylül ayındaki %3.7 seviyesinden %3.2’ye geriledi.

Açıklanan enflasyonun %3.3 olan beklentinin altında olması piyasalarda olumlu bir hava estirdi. Çekirdek enflasyon göstergesinin %4.1’den %4’e gerilemesi de olumlu havaya katkı yaptı. Her ne kadar açıklanan veriler piyasalar tarafından olumlu karşılansa da ABD’nin enflasyon karşısında bir zafer ilan ettiğini söylemek henüz mümkün değil.

Burada zaferden kastımız tüketici enflasyonunun %2’ye gerilemesi ve bu seviyelerde istikrar kazanması. Hem ABD’nin içinde bulunduğu politik döngü (gelecek yıl başkanlık seçimleri var), hem tersine küreselleşme (özellikle Çin ile olan ticari ilişkilerin zayıflaması) ve yeşil dönüşüm süreci enflasyonun FED’in hedeflediği %2 seviyesine dönüşünü zorlaştıracak süreçler.

Yaşlanan nüfus, değişen tüketim kalıpları ve yapay zeka gibi teknolojik gelişmeler de gelecek dönemdeki fiyatlama davranışlarını belirsiz hale getiren yapısal değişimler arasında sayılabilir. Enflasyon ile ilgili belirsizlik varken ve jeopolitik gelişmeler küresel gündeme hâkimken piyasalar son açıklanan veriyi neden bu kadar coşku ile karşıladı? Sorunun cevabı kısaca ABD’de faizlerin zirveye ulaştığı yönündeki beklenti.

ABD enflasyonu için her ne kadar orta uzun vadede belirsizlikler olsa da açıklanan enflasyon verisi piyasalarda ABD Merkez Bankası FED’in faiz artış sürecine son vereceği beklentisine neden oldu. Bir başka deyişle, beklentiler FED’in artık faiz artışına gitmeden bir süre politika faizini bu seviyelerde tutacağı ve sonrasında indirim döngüsüne başlayacağı yönünde şekillendi.

Eylül 2023’te FED’den ilk faiz indirimi Haziran 2024 için fiyatlanıyorken son enflasyon verisi ardından beklentiler Mart 2023’e çekildi. Orta-uzun vadeli enflasyon riskleri sürerken piyasaların FED’den Mart 2024’te faiz indirimi beklemesi FED’in sürecin başından beri ulaşmayı hedeflediği “yumuşak iniş” senaryosundan kaynaklanıyor.

Diğer bir deyişle, FED ekonomiyi resesyona sokmadan enflasyonda aşağı yönlü bir trend yakalama amacındaydı. Son açıklanan veriler gösteriyor ki FED enflasyonda aşağı yönlü bir trend yakalama amacına ulaşmada önemli yol aldı. Bizler de bir süredir ABD’nin bir resesyon ile karşılaşma ihtimalinin oldukça düşük olduğunu düşünüyorduk. Perakende satışların beklentinin altında aylık olarak %0.1 gerilemesi bu beklentimizi pekiştirdi.

Dolayısıyla, ABD ekonomisinin sıkılaşan finansal koşullara rağmen resesyona girme ihtimalinin kısa vadede düşük olduğu ve enflasyonun gerilemeye devam edeceği konusunda bizler de daha fazla ikna olduk.

Yazımızın geri kalanında orta-uzun vadeli riskleri bir kenara bırakarak FED’in faiz artışlarına son vermesinin kısa vadeli etkilerine odaklanalım. FED’in faiz artışı döngüsünün sonuna gelmesi öncelikle varlık fiyatlamaları açsından pozitif bir gelişme. Ekim ayı enflasyon verisi sonrası S&P 500’ün %1.9 ve özellikle küçük ölçekli firmaların yer aldığı Russell2000 endeksinin %5’in üzerindeki artışları bu çerçevede yorumlanabilir.

Tahvil piyasalarında ise ABD Hazinesi’nin 2 yıllık tahvil getirileri 20 baz puanlık düşüşle %4.85’e, 10 yıllık tahvil getirileri 17 baz puanlık düşüşle %4.45’e geriledi. ABD doları gün içerisinde %1’den fazla değer kaybetti. Gelişmekte olan ülkeler açısından da haber olumlu karşılandı. MSCI gelişmekte olan ülkeler hisse endeksi %0.7 artış gösterirken Borsa İstanbul BIST100 endeksi %1.68 artış gösterdi.

Kısa vadede gördüğümüz bu coşkunun devamı için elbette ABD verilerinin piyasalar tarafından satın alınan “enflasyonda düşüşün devam edeceği” senaryosunu desteklemeye devam etmesi gerekiyor. Institute of International Finance (IIF) verileri son aylarda gelişmekte olan ülkelere olan portföy yarımlarından çıkışlar yaşandığına işaret ediyordu.

Enflasyonun beklendiği gibi düşüşe devam etmesi ve ekonomik yavaşlamanın resesyona dönüşmemesi durumunda gelişmekte olan ülkelere doğru sermaye hareketlerinde artış bekleyebiliriz. Fakat bu sermaye hareketlerinin jeopolitik ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak seçici olacağını düşünüyoruz.

Jeopolitik gelişmelerden göreli olarak daha az etkilenen, makroekonomik dengeleri daha sağlıklı ve getiri potansiyeli yüksek olan gelişmekte olan ülkeler ön plana çıkacak. Yabancı kuruluşların raporlarında getiri potansiyeli açısından Türkiye’nin 2024’te önemli bir potansiyel sunduğu dile getiriliyor.

Bu bağlamda, Türkiye’nin yabancı sermaye çekmek için son dönemde harcadığı çabaların olumlu sonuç vermesi için ekonomi ve diğer politikaların uyumlu bir şekilde dizayn edilmesinin daha da önemli bir hale geldiği netleşiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar