ABD ekonomisi krizden nasıl çıktı?
IMF’nin Ekim 2014 Dünya Ekonomik Görünüm Raporuna göre ABD, dünya GSYH’sının %16,4’üne sahip. Dünya ihracatındaki payı ise %9,9. Bu güçlü ekonomi dünya nüfusunun ise ancak %4,5’unu oluşturuyor. ABD’yi GSYH’da Çin izliyor, payı %15,8. Çin’in ihracattan aldığı pay ise %10,2. Çin, ABD’ye ekonomik güç olarak yaklaşmış görünüyor, ama bunu nüfusa paylaştırınca Çin birden bire cüceye dönüşüyor. Çünkü Çin kalabalık, dünya nüfusunun %19,4’ü Çinli. Euro Bölgesi ise üçüncü büyük güç. Dünya GSYH’daki payı %12,3, ihracattaki payı ise çok yüksek %24,8, buna karşın dünya nüfusunun ancak %4,7’sine sahipler. Bu saptamalardan epeyce bir sonuç çıkar. Ben sadece birini yazayım. Veriler gösteriyor ki, nüfus ile GSYH ve ihracat büyüklüğü arasında doğrusal ilişki yok.
ABD krize ilk giren ülke idi. 2008’de ekonomisi %0,3, 2009’da %2,8 küçüldü. 2010’dan itibaren yeniden büyümeye başladı. ABD, 2013’de %2,3 büyürken, 2014’ü de %2,2 gibi bir büyüme ile kapatacağı tahmin ediliyor. Euro Bölgesi ise bir türlü krizden çıkamıyor. 2012 ve 2013 yılında küçüldü, 2014 yıl sonu büyüme oranı beklentisi ise %0,8.
Veriler böyle olunca şöyle bir soru aklımıza takılıyor. ABD krizden nasıl çıktı? Sorunun yanıtı basit. Başkan Bush’tan başlayarak hem ABD Hükümetleri hem de ABD Merkez Bankası (FED) adeta iman ettikleri Neoklasik iktisat politikalarından vazgeçtiler.
Kriz öncesi iktisat politikalarının temelinde Yeni Klasik Makro İktisat Teorisi yatsa da, aslında bu okulun klasik iktisattan çok farkı yoktu. Çalışmaları daha matematiksel, kendileri de çok havalı idiler. Çakıldılar. Çünkü Marks’ı ve Keynes’i okumamakla övünüyorlardı. Onları okumadan kapitalizmi anlamak mümkün mü? Olmadığı krizle kanıtlandı.
Tekrar iktisat politikası uygulamasına geri dönelim. Hükümet ve FED’in yeniden Keynes’i anımsamalarının altında ise şu yatıyordu: Krizle birlikte hanehalkı tüketim harcamaları, özel kesim yatırım harcamaları dibe vurdu. Talep olmayınca büyüme oranı da negatife döndü, işsizlik arttı. Talebi artırmak için Keynes’in seksen yıl önce önerdiği otonom harcamaları, kamu harcamalarını artırdılar. Yani hanehalkının yapmadığı tüketimi, özel sektörün yapmadığı yatırım harcamasını devlet yaptı. Bu da Keynes’in R.F. Kahn’dan alıp, analizine kattığı çoğaltan (çarpan) mekanizmasının çalışmasını ve belli bir gecikme ile ekonomiyi yeniden büyüme trendine girmesini sağladı. Çoğaltan mekanizması şöyle işledi: Kamu harcamaları artınca gelir arttı, yeni istihdam ortaya çıktı, bu gelir ise tüketimi arttırdı. Tüketimin artması da yatırım harcamalarını artırdı. Bu defa hızlandıran mekanizma devreye girmiş oldu. İkisi birlikte çalışınca da ortaya yüksek büyüme oranları çıktı.
ABD hükümeti yaptığı bu harcamanın finansmanını para arzını artırarak, yani parasal genişlemeye giderek yaptı. Ekonomi küçülürken (yani eksik istihdamda iken) parasal genişleme enflasyona neden olmaz diyen Keynes’in görüşüne yaslandı. AB bu mekanizmalar şimdi anımsadı. Beklenti aynı şekilde işlemesi. Ancak bu mekanizmada her zaman kusursuz işlemiyor. Gecikme süreleri artabiliyor. Bu da canlanma sürecinin uzamasına neden oluyor.