Abartıyor muyuz?

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Dünkü konuya devam edelim… Aslında uzunca bir süre daha bu konunun gündemden düşeceği de yok zaten. Konu malum; ekonomiyi soğutmak için önce Merkez Bankası'nın attığı adımlar, ardından BDDK'nın gelen daha spesifik kararlar.

Merkez Bankası'nın kararları, daha bir şemsiye karar nitelikliydi, her tür krediyi baskı altında tutacak türdendi. BDDK ise nokta atış yapıyor. Hangi kredilerin çok arttığı ya da hangi kredilerin sıkıntı yaratacağı düşünülüyor, BDDK bu kredilere nişan alıyor…

Dün de belirttik, Merkez Bankası "bankaların elinde krediye dönüştürebilecekleri daha az para kalması" sonucunu doğuracak, bu amaca hizmet edecek adımlar attı. BDDK'nın amacı ise "bankaların, bu parayı krediye dönüştürürken kılı kırk yararak hareket etmelerini" sağlamak, aksi davranışta bulunanları ise ek parasal yükümlülükleri devreye sokarak bir anlamda cezalandırmak. 

Öyle anlaşılıyor ki BDDK'nın kararları daha etkili olacak. Merkez Bankası'nın zorunlu karşılıkları artıran kararıyla elinde krediye dönüştürebileceği daha az kaynak kalan bir banka, bu kaynağı, BDDK'nın son düzenlemeleri olmadan önce, ister büyük bir sanayi işletmesine kullandırmış olsun, ister tüketici kredisine dönüştürmüş olsun, karşılık ve benzeri anlamda aynı yükümlülüğü üstleniyordu. Oysa şimdi durum farklı. Bu kaynak, tüketici kredisine dönüştürüldüğünde bankaya ek maliyetler gelecek. İşte bu da BDDK'nın yürürlüğe koyduğu önlemlerin daha büyük etki yapması sonucunu doğuracak.

Kredi kaynağı mevduat değilse

Bankalar yurtiçinde ortalama yüzde 7-8 faizle mevduat topluyor ve bunu krediye dönüştürüyor. Ancak, bankalar için tek kaynak mevduat değil tabii ki, yurtdışından çok daha düşük maliyetle borçlanma olanağı da söz konusu. Hani hep döviz arzını artırıp TL'nin değerini düşürdüğünü dile getirdiğimiz sıcak para var ya, bu biraz da bankalardan kaynaklanıyor. Sağlanan dış krediyle getirilen döviz Merkez Bankası'na satılıyor; karşılığında ele geçen TL, döviz kredisi maliyetinin çok çok üstünde bir faizle krediye dönüştürülüyor.

Bu döngü, bankaların çok yüksek düzeyde kar etmesi sonucunu doğuruyor; içeride de hem TL baskı altında kalıyor, hem tüketici kredileri hükümeti ve ekonomi bürokrasisini rahatsız edecek boyutta artış gösteriyor.

Çare olur mu? 

Plan belli… Karşılıklar yükseltildiği için bankalar kredi faizlerini artıracak ya da eskisi kadar kolay kredi açmayacaklar. Faiz artınca vatandaş krediye daha mesafeli durmak zorunda kalacak. Zincirleme bir reaksiyonla bu durum bankaların özellikle yurtdışı borçlanmalarını azaltacak.

İki sorunun yanıtı çok açık değil. Bu mekanizma umulduğu gibi işleyecek mi, bilinemiyor. Dolayısıyla önümüzdeki aylarda bu mekanizmanın iyice yerleşmesini sağlayacak şekilde yeni sıkılaştırıcı düzenlemeler gündeme gelebilir, hazırlıklı olmakta yarar var.

İkinci soru ise belki daha da önemli. Tamam, son dönemde toplam kredilerde de hızlı bir artış var; bazı tüketici kredilerinde de. Ancak, bu artışları belli dönemleri dikkate alarak nispi bir şekilde izlemek çok da doğru sayılmaz. Kredideki büyüklükleri, başka verilerle kıyaslamak gerekiyor. Ve böyle yapıldığında görülüyor ki, Türkiye'deki borçluluk oranları öyle çok da korkulacak boyutta değil. Ama belli ki, gelinen düzey kadar gidişat kaygı veriyor. Bu yüzden de söz konusu sıkılaştırıcı önlemlere başvuruluyor.

Bu önlemlerin bir boyutu daha var ki, onun üstünde neredeyse hiç durulmuyor. Ekonomi fazla ısınmasın, bankalar hesapsızca fazla yükümlülük altına girmesin; iyi güzel de hayatını idame ettirirken tüketici kredisine fazlasıyla ihtiyaç duyan geniş bir kesim var; onların durumu ne olacak, onlar bu kararlardan nasıl etkilenecek?

Kararlar makro boyutta ele alınarak uygulamaya koyuluyor, bireylerin bu kararlardan nasıl etkileneceği konusunda ise herhangi bir kaygı işareti bulunmuyor. Neredeyse tam bir "ölen ölür" yaklaşımı…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar