AB finansal piyasaların şantajına boyun eğecek mi?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Daha birkaç hafta öncesine kadar Yunanistan'ın borç probleminin kemer sıkma paketinin parlamentodan geçmesinden sonra Avrupa Finansal İstikrar Fonu ve IMF'nin 110 milyar euroluk finansman desteğini 170 milyar euroya çıkarması ve buna paralel olarak da 50 kadar yabancı bankanın elinde tuttuğu Yunan devlet tahvillerinin 30 yıla varan vadelerde yeni bonolarla değiştirilmesi şeklindeki bir "yeniden yapılandırma" sonrasında atlatılacağı düşünülüyordu. Ancak, S&P'nin böyle bir yeniden yapılandırma'nın "seçici temerrüt" (selective default) anlamına geleceğini açıklamasından sonra işler oldukça karıştı. Seçici temerrüt durumunda AMB'nin Yunan bonolarını teminat olarak kabul etme imkanı da ortadan kalkmakta. Bu durumda, bugüne kadar ellerindeki bonolar karşılığında nakit imkanı sağlamakta olan başta Yunan bankaları olmak üzere Avrupa bankaları da zor duruma düşmüş olacaklar.

Küresel krizin çıkmasındaki nedenlerin ve aynı zamanda çözümünde karşılaşılan sorunların belki de en önemlisi son 20 yılda çok güçlenmiş ve de politika belirleyicileri arasındaki nüfuzunu çok artırmış olan neredeyse "uluslarüstü" diyebileceğimiz finansal kuruluşların kendi zararlarına olan çözümlere karşı gösterdikleri direnç ve bu konuda siyasetçilere bir anlamda "şantaj" yapmaları oldu. Bu durumun pek çok örneğini ABD'de yaşanan kriz sonrasında gördük. Tek bir istisna dışında (Lehman Bros.), ABD neredeyse bütün büyük finansal kuruluşları halkın parasıyla (Amerikalıların deyimiyle "tax payers' money") kurtarmak zorunda kaldı. Halbuki, kapitalizm ve serbest piyasacılık anlayışı, şirketlerin iş yapmakta serbest olduğu kadar, batmada da serbest olduğu savı (daha doğrusu "sanrı"sı diyelim) üzerine kurulu.

Gelinen noktada benzer bir durum Avrupa için de geçerli. Yunan bonolarını ellerinde tutan kurumsal yatırımcılar bu bonolardan yazılacak zararın bir şekilde AB tarafından üstlenmesini istemekteler. (Bunun bir yolu AB'nin çıkaracağı Avrupa bonolarıyla Yunanistan ve diğer zor durumda olan ülkelerin doğrudan finanse edilmesi olabilir.) Ancak, Avrupa'nın gerek siyaseten bölünmüş olması, gerekse de finansal kuruluşların politika belirleyicileri arasındaki nüfuzunun daha az olması, böyle bir seçeneğin kabul görmesini güçleştiriyor. Ayrıca mali durumu kuvvetli Almanya, Hollanda ve Finlandiya gibi ülkeler zordaki ülkelerin dolaylı olarak kendi yurttaşlarının parasıyla kurtarılmasına haklı bir şekilde karşı çıkmaktalar.

Hal böyle olunca, finansal piyasaların şantajı da gün geçtikçe artıyor. Şöyle ki, birden resmin içine yüksek borçulukları olmasına rağmen bugüne kadar borçlarını çevirme ve mali istikrarı koruma konularında ciddi problemler yaşamayacağı düşünülen İspanya ve son günlerde de İtalya girmiş bulunuyor. Aslında çoğu borçluluk kriteri bakımından Japonya'dan daha iyi durumda olan İtalya'nın tahvillerinin faizleri %6'ya yaklaşırken Japonya'nın faiz oranının sadece %1.1 olması piyasaların şantajı konusunda önemli bir ipucu veriyor. (Tabii ki fark İtalyan borcunun önemli bir kısmının yabancı yatırımcıların elinde olmasından kaynaklanmakta!) Halbuki İtalya'nın borçlanma oranı %10'a çıksa dahi, daha 4 yıl ortalama borçlanma maliyetindeki artış %0.5'i geçmeyecek. Ayrıca bütçe açığı çok düşük olan İtalya'nın son geçen mali tedbir paketiyle birlikte 2014 yılından itibaren borçlarını azaltmaya başlaması bekleniyor.

Yunanistan'ın doğrudan temerrüte düşmesi sonucunda tahvillerinin ana paralarının önemli oranda kesintiye uğraması tarzındaki bir çözümün sadece tahvil sahipleri değil, yazdıkları zarar dolayısıyla sermaye ihtiyacı ortaya çıkacak bankaların hissedarları tarafından da istenmediği ortada. (Aslında ABD'de Citigroup'a yapıldığı gibi ortaya çıkan sermaye ihtiyacı geçici olarak Avrupa devletleri veya Avrupa Finansal İstikrar Fonu tarafından karşılanabilir. Ama bu hissedarların ellerindeki hisselerinin değerlerinin ciddi oranda azalması anlamına geliyor.) Bu bağlamda Roubini'nin ortaya attığı çözüm önerisi ise bence tartışmaya değer. Roubini Uruguay, Pakistan ve Ukrayna gibi ülkelerde yapıldığı gibi tedavüldeki Yunan tahvillerinin nominal değeri aynı olan uzun vadeli (20-30 yıl) ve düşük faizli yeni Yunan tahvilleriyle değiştirilmesini önermekte. Böylece, Yunanistan (borçları bugünkü değere indirgendiğinde) oldukça yüksek bir borç rahatlamasına kavuşmuş olacak. Tahvilleri ellerinde tutan kuruluşlar ise azalan faiz gelirleri nedeniyle zarar etseler dahi tahvillerin nominal değeri aynı kaldığı için bir kalemde zarar yazmak zorunda kalmayacaklar. Bu da sermaye eksikliğinden kaynaklanan bir finansal salgın riskini ortadan kaldıracak.

Sorunun nasıl ve kimin leyhine çözümlendiğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019