71 yıldan genç girişimcilere!

Tamer MÜFTÜOĞLU
Tamer MÜFTÜOĞLU KOBİ'LERDEN GİRİŞİMCİLİĞE

Geçen hafta 71 yaşımı geride bıraktım.Yaşı 70’i aşsa da işinin bitmediğini düşünen biri olarak genç girişimcilerimize, (ki girişimciler hangi yaşta olurlarsa olsunlar hep gençtirler; başka türlü zaten girişimci olarak kalınamaz) tecrübelerimize ve okuduklarımıza, görüp görüştüklerimize dayanarak aşağıdaki önerilerde bulunmak istiyorum:

1) İnsanlık tarihinden süzülüp gelen kadim yaşam kurallarından biri şudur: Kaybetmekten korktuğun hiçbir maddi zenginliğe sahip olmak için uğraşma.
Sadece, kaybetsen bile seni fazlaca üzüp dertlendirmeyecek maddi zenginliklerle yetinmesini bilmelisin (Dikkat, bu kural sadece maddi zenginlikler için geçerlidir!)

Ve unutma! Her maddi servet kaybedilebileceğine göre bunların ileride üzülebileceğimiz bir konuma getirilmesinden sakınmak gerekir.

2) Avcı ile avın arasındaki esas fark korkudur. Korku av, ötekisi avcıdır. Sen hep avcı olmayı seç. Av olmaktan sakın, hatta kaç!

Cesur insanlar da korkarlar. Korkmak ve korkak biri olmak farklı şeylerdir. Korkmak bir his, korkaklık bir davranıştır. Gerçek cesaret korkuya rağmen gösterilen cesarettir. Cesur olan gerçeklerden korkmaz. Gerçekleri dikkate alarak hareket etmesini bilir ( Bu konuda Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı adlı eserindeki Gaziantep’li Karayılan hikayesinin tekrar okunması tavsiye edilir.)

3) Hiçbir bela ilk karşılaşıldığı andaki kadar büyük değildir. Bir süre sonra ilk andaki haşmeti kaybolur. Birkaç gün, birkaç ay, en fazla birkaç yıl sonra söner gider.
Dolayısıyla beklemesini bil. Bunu yapabilirsen birçok beladan korkup paniklemeye gerek kalmaz. Hatta bu belaların üzerine kararlı bir şekilde cesaretle gidebilirsen hemen kaybolurlar. İlk anda çok korkunç gibi gelen belaların çoğu hamamböceklerine benzer. Elinizi şöyle bir çırpınca kaybolup giderler. 

4) Ayrıca şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekir. Bizim kültürümüzde risk alan kişilere genellikle iyi bakılmaz. Bu durum iş alemimiz için de geçerlidir. Son yıllarda giderek yaygınlaşan inovasyon kültürü ile bu alanda olumlu gelişmeler olsa da, durum fazlaca değişmiş değil. Banka kredisi kullananlara bile, “ acaba neden banka kredisi kullanıyor?” diye şüpheyle bakıldığı geçmişimizden henüz tamamen kopabilmiş değiliz. Unutmayalım, daha düne kadar devlet bankalarımızdan kredi kullananlara az veya çok dolandırıcılık, özel bankalardan kredi kullananlara da acaba batakçı mı şüphesi ile bakılırdı.

Halbuki gerçek girişimci başkalarının parasını değerlendiren kişidir. Bankalar da parası olup girişimci olmayanların tasarruflarını toplayıp (mevduat), girişimci olup da parası olmayanlara kredi olarak aktaran iktisadi kuruluşlardır. Sonuçta, hem para sahibi, hem girişimci, hem banka kazanmalı; yaratılan katma değerle milli gelir artırılıp toplumun refah seviyesi yükseltilmelidir.

Girişimci, bu ilişkiler ağında katma değer yaratan ve bunun gerektirdiği riske girmeye cesaret eden kişidir. Bu cesaretini bilgiye ve basirete dayandıran ekonomik arenanın dominant oyuncusudur. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük girişimcisi olarak kabul edebileceğimizi düşündüğümüz Kristof Kolomb’a çok yakışan Andre Gide’in aşağıdaki sözleri ne kadar anlamlıdır: “Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemeyenler, yeni topraklar keşfedemezler.”

5) Nedense bizim toplumumuzda yadırganan risk almamaya yatkınlık özelliği daha ziyade iş yaşamı için geçerli. Yoksa millet olarak riskten kaçınmamız korkaklıktan kaynaklanmıyor. Cesaret kahramanlık ile ölçülürse belki de gereğinden daha çok cesuruz. Fakat bu bağlamda, rasyonel düşünce ile kaybetmekten en çok korkmamız gereken malımız değil canımız olmalı. 

Öyleyse iş hayatında risk almaktan neden bu kadar çekiniyoruz. Kaybedilecek olan can değil mal iken. 
Acaba bunun nedeni “ başkaları ne der?” korkusunda mı yatıyor? Etrafımıza baktığımızda malını kaybeden ayıplanıyor, küçümseniyor. Canını kaybeden için böyle bir durum geçerli değil. Hatta şehitlik yüceltiliyor. Ve yine tuhaftır, şehit olma niteliğinin geçerlilik alanı giderek genişletiliyor. Yoksa bunun başka nedenleri mi var? Riske girmeyip azla yetinme kültürü iş dünyamızda “küçük olsun benim olsun” yaklaşımını ön plana çıkarıyor. İşletmelerimizin yüzde 95 gibi büyük bir çoğunluğu mikro işletme ölçeğinde. Ölçek yetersizliği işletmelerimizin global rekabet gücüne ulaşamamasının temel nedeni. İşbirliği ve ortaklık devlet tarafından önemli teşviklere konu olmasına rağmen bu alanda istenen başarıya ulaşılamıyor.

6) Karar vermek bir seçim yapmayı gerektirir. Her karar yanlış bir seçim yapma riskini üstlenme ve bunun gerektirdiği sonuçlara katlanma mecburiyetini beraberinde getirir. Bu sorumluluğu göze alamayan karar veremez, eyleme de geçemez. Tabiatıyla girişimci de olamaz. Böylesi bir kişilik karar verip eyleme geçmeye değil emir almaya eğilimlidir. Karar alma yerine emir almayı bekleyen kişi girişimci değil ancak bürokrat olabilir. Bu kişilik yapısı için klasik memurluk daha uygun seçenek olacaktır. Onun yeri, Ege Cansen’in güzel benzetmesi ile, “etoburlar” dünyası değil “otoburlar” dünyası olacaktır. 

Risk almaktan kaçınma, riski başkalarına aktararak karar verme eğilimini de beraberinde getiriyor. Hele hele riski devlete aktarma eğilimi iş dünyamızda oldukça yaygın. Riski devlete aktarmak topluma aktarmakla sonuçlanıyor. İş adamı, bunlara girişimci demeyelim, aldığı kararların karını kendisine mal ederken zararını topluma aktarıyor. Karı kişiselleştirirken zararı sosyalleştiriyor. Serbest piyasa ekonomisinin hak ve adalet anlayışına, etiğine tamamen ters bir sonuç ortaya çıkıyor.

Serbest piyasa ekonomisinin etik anlayışında kişi yaptığı nimeti yanında külfetine katlanmayı da göze alabilmelidir. Külfetin sonucu iflasa kadar gitse bile. Zira piyasalar aynı zamanda bir seleksiyon (ayıklama) işlevi görürler. Başarılı olanlar büyüyerek yollarına devam ederken, başarısız olanlar piyasayı terk edeceklerdir. Yerlerini yeni girişimcilere, dümeni yeni kaptanlara devrederler. Serbest piyasa ekonomisinin başarısı bu kurala uyulmasını gerektirir. Aşağıdaki Japon özdeyişi bu gerçeği ne kadar güzel ve anlamlı bir şekilde dile getirmektedir: “Bir ekonominin sağlıklılık derecesi batan firma sayısıyla doğru orantılıdır. Yeter ki yeni kurulup sahaya çıkan işletmelerin sayısı batanlardan daha çok olsun.” 

Bu konuda devlet teşviklerinin düzenlenmesi ve uygulanması büyük önem taşıyor. Devlet teşvikleri mümkün olduğunca batmaya doğru giden işletmeleri kurtarmaya değil, büyüme yolunda ilerleyenlerin yolunu açmaya yönelik olmalı. Unutmayalım, sosyal sorunlar pasta ne kadar büyütülürse o kadar kolay çözülür. ( Not: Bu yazının hazırlanmasında Sayın Halil Bezmen’in “Neden Halil Bezmen?” adlı anı kitabındaki değerlendirmelerden yararlanılmıştır.)
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir deneme 09 Kasım 2018
Geleceğin tarihini yazmak 01 Aralık 2017
Bayramlaşma köprüsü 23 Haziran 2017