71 yıldan genç girişimcilere! (2)
Geçen haftaki yazımızda, yaşı 70’i aşsa da işinin bitmediğini düşünen biri olarak genç girişimcilerimize öneride bulunmuştuk. Bugün de geçen haftaki altı önerimize yedincisi ile devam ediyoruz.
7) Her karar veya her iş aynı seviyede risk taşımaz. Dolayısıyla riskin ele alınıp değerlendirilmesinde riskin niceliği ve niteliği dikkate alınmalıdır.
Genellikle yaratıcılık gerektiren işler daha yüksek seviyede risk taşırlar. Bu açıdan inovasyon gerektiren girişimlerin risk seviyesi yukarılara doğru tırmanır. İnovasyonun yenilik niteliği arttıkça, geçmişteki örneklerine oranla farklılık derecesi keskinleştikçe bu tırmanış daha da hızlanır.
Tersinden baktığımızda da aynı tablo ortaya çıkar. Bir iş ne kadar çok yaratıcılık gerektirirse o kadar çok yenilik yapmak gerekir. Her yeniliğin ise, ilk kez yapılmasının doğal bir sonucu olarak, olağan işlere göre bilinmeyenleri daha çoktur. Dolayısıyla işin yanlış yapılma olasılığı daha yüksektir. Kısaca işin yenilik niteliği arttıkça risk seviyesi yükselir.
Buna karşılık aynı işi sürekli tekrarlayarak yapan insanların riski çok daha azdır. Ustalığı, esnaf veya sanatkarlığı veya zanaatkarlığı aynı işi aynı kalitede tekrarlayabilme şeklinde tanımlarsak, burada risk nisbeten daha azdır. İnovasyon deryasında sürekli kulaç atmak zorunda olan dinamik girişimci hep yenilik yaratmak zorundadır. Dolayısıyla riski yüksektir. Bu riskin ne kadarının girişimde kalması, ne kadarının çeşitli devlet teşvikleriyle topluma aktarılması gerektiği konusu çok iyi değerlendirilmelidir. Yetersiz teşvik toplumdaki girişimcilik potansiyelinin kuvveden fiile çıkarılmasını engeller. Aşırı ve yanlış dizayn edilip uygulanan teşvikler ise girişimciyi dejenere eder. Girişimciliğin gerektirdiği zor ve çetin koşullardan rantiyeciliğin sunduğu rahat ortamlara doğru kaydırır. Bu bağlamda girişimcilik ile zanaatkarlığı ayırmak gerekir. Bu ayrımı Çorum’da yaptığımız bir toplantıda bir küçük sanayici aşağıdaki sözlerle dile getirmişti: “Biz birinci kuşak sanayiciyiz. Esnaflıktan sanayiciliğe geçtik. Bu geçişi aynı kuşakta gerçekleştirmenin sancılarını çekiyoruz. Zira adımız sanayici olsa da halen esnafl ıktan kurtulamadık. Esnaf muhafazakârdır. Parasının üzerine titrer. Parası hemen nemalansın ister. Adeta günübirliğine yaşar. İstikbale bakış ufku kepengin açılıp kapandığı süreyle sınırlıdır. Yani güneşin doğuşundan batışına kadardır. Daha ilerisini göremez. Dolayısıyla yeni teknolojilere uzun vadeli düşünme gerektiren konulara giremez. Hâlbuki sanayicilik teknoloji demektir, bilim demektir. Sanayici sadece bugünün değil on yıl sonrasının da planlamasını, hesabını kitabını yapmak zorundadır.”
Yukarıdaki değerlendirmede esnafl ığı zanaatkarlık, ustalık ve esnaf ve sanatkarlık; sanayiciliği de girişimcilikle özdeşleştirirsek, bilgi toplumunun global ekonomisinde esnafı ve zanaatkarıyla herkesi girişimci yapma gereği daha iyi anlaşılmaktadır. Artık mikrosu, küçük ve orta boy işletmeleriyle tüm KOBİ’lerin kaptanlık koltuğunda nitelikli girişimciler yer almalıdır. Girişimci deyince de inovatif girişimci anlamında J. von Schumpeter’in dinamik girişimcisi anlaşılmalıdır.
Kısaca, aynı şeyi aynı kalitede yapıp tekrarlamak zanaatkar için bir başarı kriteri iken, girişimcinin sonunu getiren bir tehlike işaretidir. Zanaatkar için standart bir kalitede süreklilik sağlamak yeterli iken, girişimcinin inovasyon yolunda hayal gücünü tırmandırabildiği zirvelerin yüksekliği önemlidir. Değerli dostum DÜNYA yazarı Rüştü Bozkurt’un deyimiyle, ustalık işi en iyi yapan kadar iyi yaparak bir hüner sahibi iken, girişimci o hünere akıl katarak inovasyon yolunda ilerleyen yaratıcı seviyesine yükselmiştir. (Dikkat! Yükseklere doğru tırmanırken gerçeklere uyum sağlanması da girişimciliğin başta gelen gereklerinden biridir. Yoksa, ne olursa olsun hedef Everest olmamalıdır. Hayalgücü hayalperestliğe değil vizyona dönüşerek yoluna devam etmelidir.)
8) İşletme, büyüme sürecinde belirli bir aşamaya geldiğinde, kurumsallaşma gereği ortaya çıkacaktır. Kurumsallaşma derecesi arttıkça katma değer yaratmayan işlerin ayıklanması gerekir. Genellikle kurumsallaşma sürecinde, kurumsallaşma bürokratikleşmeye doğru kaydıkça, katma değer yaratmayan işlerin artması söz konusudur. Bunlar iyi gübrelenmiş bakımlı topraklarda üreyen ayrık otları gibidir. Hızla yayılma özelliği taşırlar. Külfete katlanıp ücret ödeyen işletmeye nimet sağlamazlar. Külfetsiz nimeti gören diğer çalışanların da aynı yola sapma eğilimleri artar. Bu ayrık otlarını yayılmadan ayıklamak, yok etmek ve özellikle de ortaya çıkmalarını, üremelerini engelleyecek yol ve yöntemler bulmak gerekir.
Bu konuda en etkili yol herkese yarattığı veya katkı sağladığı katma değer oranında pay vermektir. Katma değer sağlamayanı paylaşmanın dışında bırakmaktır. Orada devreye rantiyerlik değil sosyal devlet girmelidir.
9) Bir işin riskinin hesaplanmasına aşağıdaki sorulara cevap aramakla başlanmalıdır:
• Başarısız olma şansım yüzde kaçtır?
• Başarısız olursam kaybım ne kadardır?
• Bu kayıp beni ne kadar etkiler?
Bu sorulardan en önemlisi üçüncüsüdür. Konuya ilişkin olarak Ege Cansen’in yıllarca yanında çalıştığı rahmetli Vehbi Koç’un girişimci özelliklerine ilişkin aşağıda çizdiği özelliği ders alınacak bir nitelik taşımaktadır: “Bu iş adamımız bir işe girerken, ne kazanırım diye bakmaz. Ne kaybederim, diye düşünür. Muhtemel kayıp dayanabileceği mertebede ise teşebbüsü onaylaması mümkündür (Dikkat, henüz sadece mümkündür: nihai karar için değerlendirmeye devam edilecektir. TM). Aksi takdirde işin hacmini küçültür (Yine dikkat, ilk aşamada hemen reddetmez, işin hacmini küçülterek yine 3 soruyla değerlendirmeye devam eder. TM).”
10) En büyük tehlikelerden biri de kendini olduğundan daha güçlü ve akıllı sanmak, öyle değerlendirmektir. Kendini doğru tanımak, kısaca kendini bilmek girişimcilik konusunda da başta gelen başarı şanslarından biridir. Bu açıdan girişimci sadece işletmesinin değil, ara sıra kendi SWOT’unu da yapmayı ihmal etmemelidir. Yoksa başarısızlık er geç kaçınılmaz olur. Hele hele başkalarının aşırı pohpohlamalarına kanıp kendi sınırını aşan atılımlara girişmekten kaçınmalıdır. Başkalarına kötülük yapmanın, rakipleri saf dışı bırakmanın en etkili yollarından biri kişiyi sahip olmadığı niteliklere sahip olduğuna inandırmaktır. Bu tuzağa yakalanan özünde nitelikli kişilerin bir süre sonra başlarını başarısızlık duvarına toslamaları kaçınılmaz olmaktadır. Bu konuda çok bilinen Hint atasözünü hiçbir zaman göz ardı etmemelidir: İşaret parmağınızla birini suçlarken, üç parmağınızın da sürekli olarak sizi uyardığını unutmayın: “Senin bu konuda hiç eksiğin, hiç suçun yok mu?” Unutmayalım, padişahlar bile halkı, “Padişahım mağrur olma, senden büyük Allah var” dedirterek güçlerini sınırlandırmaya çalışmışlardır.
Unutmayalım, kendini doğru tanıyıp “kendini bilmek” önemli bir akıl ölçüsüdür. Biraz da kendimizi tanıdığımız kadar akıllıyız.