40 yılda ne değişti?
Arşivi karıştırırken 10 Mayıs 1978 tarihinde Ekonomik ve Sosyal Etütler Konferans Heyeti’nde yaptığım bir konuşmanın teksir edilmiş kopyasını buldum.
Sayın okuyucularıma 1978 yılında ekonominin sorunlarını sergileyen bu metinden bazı bölümler aktaracağım. Bakınız 40 yıl sonra her şey nasıl aynı.
Konuşmanın özet bölümünde şunlar var:
“Yaşanan yılı kurtarmak” pahasına ekonomiye yüklenen büyük sorumlulukların baskısından kurtulmak için, tüm ümitler dışarıdan gelecek “yeşil ışık’a” bağlanır.
Ne var ki, Türkiye’nin sorunları “yeşil ışıklarla kurtarılamayacak” boyutlara ulaştı. Türk ekonomisinin ve hatta ülkenin kaderinin tek bir yeşil ışığa bağlı kılınmasının ileride her yönden çok daha pahalı faturaları önümüze çıkaracağı unutulmamalıdır.
- Türkiye’nin sorunu, ekonominin asgari döviz gereğini karşılayabilecek ihracatı yapabilecek sanayi tesislerini kuramamasıdır.
- Türkiye’nin boyutları büyüyen döviz açığının bundan önceki dönemlerdeki biçimlerde mucizelerle çözülmesi veya her yıl yeni borçlanmalarla karşılanması mümkün değildir.
Ekonomi politikaları günü kurtarmaya dönük oluyor. Soruna köklü çözüm getirecek nitelik taşımıyor.
Sadece 1978 yılını değil, daha sonraki yılları da kurtarmak, için;
- Yeni bir üretim stratejisi tespiti,
- Fiyat artışlarının durdurulması,
- Türk Parası’nın değerinde istikrarın sağlanması gerekiyor.
Sanayi kesiminde ucuz emeğin değerlendirilmesine dönük gerçekçi ücret politikaları rekabeti artırır.
Yeni üretim stratejisinin kısa sürede ortaya konulması, bu stratejiye dayalı bir “denge takviminin” tespiti zorunludur. Böyle bir plan ve denge takvimi, sağlam dış finansman desteğini sağlayabilir.
Teknoloji ağırlıklı sanayileşme önemlidir. Ama gerçekçi olalım. Bu zaman istiyor. İhracatta ileri teknolojiye dayalı ürünlerin payı %3’ler dolayında.
Teknolojide üstünlük kazanıncaya kadar satabileceğimiz tek şey olan “ucuz emeği” ihraç ederek yaşayacağız.
Prof. Dr. Z. Hatipoğlu yıllardır, Türkiye’nin mukayeseli üstünlüğünün sanayide vasıfsız ve az vasıflı işçilikte olduğunu savunur. “Türkiye’nin ihraç edebileceği ne “tekniği”, ne de çok zengin “doğal kaynakları” vardır. Emek ihraç edecek isek bunun da tek bir şartı vardır: Fiyatının ucuz olmasıdır” der.
Bir nokta vardır ki, çok önemlidir ve gözden kaçırılmamalıdır. Eğer emek makul sınırlarda değerlendirilerek mukayeseli üstünlük korunmak istenirken işverenlerin (genellikle sermayenin) kazancı yükseltilecek olursa bu önlemden hiçbir sonuç alınmaz. Zira işçiye verilmeyenler, işverene, sermayeye verilmiş olur ve ülke birçok sosyal problemlerin içine itilir. Eğer fedakarlık yapacaksak (zaten yapmazsak yaşayamayız) hem işçi hem işveren fedakarlık yapmak zorundadır.
Sosyal Etüdler Konferans Heyeti’ndeki konuşmam, “Önemli olan yılları kurtarmak değil, her yılı kurtarılacak hale gelen ülkeyi kurtarmaktır” cümlesi ile tamamlanmış.