30 Mart seçimleri sorunları çözemez
30 Mart seçimlerine az bir zaman kala gündemdeki en önemli soru, seçim sonrasında politik gerginliğin azalıp, ekonominin tekrar rayına oturup oturmayacağı sorusu olmakta. Ben bu soruyu kısa vadeli (seçimin ertesi günü gibi) bir konjonktürde değil, daha uzun vadeli bir perspektiften, Türkiye’nin kalkınma ve gelişmiş ülkelere yakınsama misyonu çerçevesinden ele almak istiyorum.
Her zaman ifade etmişimdir: Türkiye gibi toplumsal göstergeler bakımından az gelişmiş, ekonomik göstergeler bakımından da gelişmekte olan bir ülkenin kalkınma, gelişmiş ülkeleri yakalama yolunda kamusal yönetimi dışlama ve ekonomiyi tamamen neo-liberal politikaların akışına bırakma seçeneği kesinlikle yok. Zaten, bugünlerde değil bizim durumumuzdaki ülkeler, gelişmiş ülkeler için bile neo-liberal politikalar yerine, devlet yönetiminin kurumların tasarım ve reformunda daha aktif rol aldığı yeni bir ilerici ekonomi politikası oluşturulması gündemde.
Kuşkusuz ki AKP’nin siyaseten en büyük başarısı kendinden önceki merkez sağ partileri siyasi arenadan tamamen silerek bu konuma yerleşmiş olması. Bu da neresinden bakarsanız, Türkiye gerçeğinde, kemikleşmiş en az %30 oy demek. Öte yandan, AKP’nin en büyük başarısızlığı ise 12 yıl gibi çok uzun süre iktidarda olmasına rağmen bir türlü “kurumların tasarım ve reformunu optimum bir şekilde kurgulayacak” ehil, tecrübeli ve donanımlı bir kadroya sahip olamaması. Açıkçası, bu durum benim için hep bir muamma olmuştu. Hadi, ilk dönemini anladık. Biraz da tesadüfler (Genç Parti’nin DYP ve MHP’yi barajın altına çekmesi) sonunda bir anda kendilerini büyük bir çoğunlukla iktidarda bulmuşlardı. Her ne kadar belediyeciliği bilseler de, devlet yönetimi konusunda hazırlıksızlardı. Ancak, 2. ve de son dönemleri için böyle bir tez öne sürülemez doğrusu.
Ben bir siyaset bilimci değilim, onun için neden güçlü bir kadro oluşturulamadı sorusuna cevap veremem. Ancak, sanırım, partizan ve ideolojik yaklaşımlar, liyakatten çok sadakate yönelik kadrolaşma eğilimleri ve kurumsal reformlara ve bunları kurgulayacak ehil kadroların oluşturulmasına yeteri kadar önem atfetmeme (salt liberal politikaların yeterli olacağına inanç) vs. gibi çeşitli nedenler sayılabilir.
Bazıları AKP’nin aslında ilk zamanlarında daha ehil bir kadroya sahip olduğu, ve bugün ortaya çıkan mutlakiyetçi eğilimler nedeniyle kadroların zayıfladığı iddiasında.
Açıkçası ben buna pek katılamıyorum. AKP’nin yönetim kadroları hiç bir zaman çok güçlü değildi ve bugün de maalesef öyle. Belki Ali Babacan ve Mehmet Şimşek bu değerlendirmenin dışında tutulabilir ama son dönemlerde onlar da, maalesef iyice yıpranmış/yıpratılmış vaziyette. Hatta, öyle bir durum söz konusu ki, bu 2 ismin istifa etmesinin ekonomiyi ciddi şekilde sarsma potansiyeli bile söz konusu. Dünyada böyle bir devlet örneği mümkün mü? Sadece iki bakanın istifası ile hangi ekonomi sarsılır?
Akil ve etkin bir Devlet yönetimi her şeyden önce her alanda diğer etki gruplarıyla karşılıklı “açık diyalog ve işbirliği” gerektirir. Bunu sağlayacak olan da Yönetme’nin başının tutumu ve yaklaşımı olduğu kadar yönetici kadroların tecrübesi, vizyonu ve yönlendirmesidir. Demokratik bir ülkede bir Başbakanın allame-i cihan bile olsa tamamen tek başına bu fonksiyonları yerine getirmesi beklenemez. Bugün bu kadroların yokluğu ve giderek de oluşturulmasının imkansız hale gelmesi Türkiye ekonomisi için en büyük tehdittir.
Özetlersek, günümüz dünyasında sadece bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için değil, gelişmiş ülkeler için bile akılcı ve yetkin bir kamu yönetiminin varlığı şart. Bunun sağlanması için üst kadroların iyinin iyisi olması şart. Bugüne kadar bu evsafta kadrolarla çalışmadığı gibi, maalesef bugünden sonra AKP’nin böyle bir kadro oluşturabilmesi fiilen imkansız. (Hangi düzeyli teknokrat 17 Aralık sonrasında bu kadar şaibeli bir duruma düşmüş bir Hükümet’in kadrosunda yer almak isteyebilir? Yer alsa da ne kadar inandırıcı ve etkin olabilir?) Türkiye’nin ekonomisini akılcı bir şekilde yeniden yapılandıracak, bugüne kadar şu veya bu nedenle bozulan Devlet ve çeşitli etki grupları arasındaki ilişkileri tamir edecek taze ve yetkin kadrolara ihtiyacı var. Ancak sonuçları ne olursa olsun 30 Mart yerel seçimleri bu ortamı sağlayamayacak. Bu da Türkiye’nin daha uzun bir süre ekonomi alanında yalpalaması, yönünü tayin edememesi, güvenli ve adil bir yatırım ortamı sağlayamaması anlamına gelmekte.