3 Mark atılıp 1 Mark alınan kumar makinası..!

Tamer MÜFTÜOĞLU
Tamer MÜFTÜOĞLU KOBİ'LERDEN GİRİŞİMCİLİĞE

Yukarıdaki başlık bir Alman söylemi. Karşılıksız devlet yardımları, yani hibe niteliğindeki devlet teşvikleri için söyleniyor.Söylem tam olarak şöyle: "Sübvansiyonlar 3 Mark atılıp karşılığında 1 Mark alınan bir kumar makinasıdır. Ama herkes 1 Mark alma kuyruğundadır. Zira 3 Markı makinaya kimin attığı belli değildir." Burada devletten sağlanan paranın bedavaya geldiği, külfetsiz bir nimet olarak algılandığı vurgulanıyor. "Devletin malı deniz, yemeyen..." gibi bir söylemi olan ülkemizde bu algılamanın daha da yaygın olduğu söylenebilir. 

Herhalde atasözleri için yapılan "yarım doğrular" değerlemesi bu tür söylemler için de geçerli olsa gerek. Zira yerinde, zamanında, doğru kişi ve kuruluşlara verilen sübvansiyonlar hem ekonomik ve hem de sosyal ve kültürel açılardan yararlı, hem de çok yararlı olabilir. 

Sübvansiyonlar ve genelde de devlet teşvikleriyle ilgili bir konuyu ele almamızın nedeni, geçen ay ortalarında gündeme gelen büyük projelere ilişkin Hazine Garantisi. Bilindiği gibi 19 Nisan 2014'te bir yönetmelik yayınlandı. Resmi Gazetede çıkan, "Hazine Müsteşarlığı Tarafından Gerçekleştirilecek Borç Üstlenimi" hakkındaki bu yönetmeliğe göre aşağıdaki düzenleme öngörülüyor: Asgari yatırım tutarı 1 milyar doları aşan (dikkat, altında kalan değil aşan!) yap-işlet-devret projeleri ile Sağlık ve  Milli Eğitim Bakanlıkları tarafından yürütülen 500 milyon doların üzerindeki projelere Hazine Garantisi verilecek. Yönetmeliğe göre Hazine 3 milyara kadar garanti verebilecek. Ayrıca, Bakanlar Kurulu bu meblağı iki katına, 6 milyara kadar çıkarabiliyor. Uygulamanın 2012 yılından itibaren başlatılmasıyla 3. Köprü, 3. Hava Alanı, Kanal İstanbul, Avrasya Tüp Geçit, İzmir-Gebze Köprüsü, Şehir Hastaneleri gibi daha önceki projeler de Hazine Garantisi kapsamına alınıyor. Evet, sübvansiyonlar alanlar için külfetsiz bir nimet olarak insanları, KOBİ'leri ve BOBİ'leriyle küçüklü büyüklü işletmeleri, sivil toplum kuruluşlarını, ihracatçıları, sektör temsilcilerini, şehirleri ve vilayetleri arkasından koşturan cazip bir uygulama. Külfetsiz bir nimete ulaşmak, vermeden almak genellikle insanlara çok çekici geliyor. 
Diğer yandan ekonominin çok iyi bildiğimiz  değişmeyen bir gerçeği var: Her nimet bir külfet karşılığıdır. Başka bir ifadeyle, külfetsiz nimet olmaz.Burada önemli olan konu, sübvansiyonlarda nimet ve külfet taraflarının arasına devletin girmesidir.  Sorun buradan kaynaklanmaktadır.  Sübvansiyonlara karar verenler, yani kimlerin veya hangi kuruluşların ne kadar sübvansiyon alacağına karar verenler, ne nimetlenenler ne de külfetlenenlerdir. Sübvansiyonların külfet tarafında yer alan, onun maliyetine katlanan, devlete ödediği vergilerle onu finanse eden, tüm toplumdur. Bu vergiler gelir ve kurumlar vergisi gibi dolaysız vergiler olabileceği gibi, KDV veya ÖTV gibi dolaylı vergiler de olabilir. Kısaca işçisinden memuruna, işvereninden serbest meslek sahiplerine, araba beyaz eşya satın alanlardan benzin mazot alanlara, sigara içki kullananlardan zeytin peynir satın alanlara kadar herkes ödedikleri vergilerle sübvansiyonların finansmanına katkı sağlamaktadır.Tekrar edersek, sübvansiyonlar konusunda karar verenler ne nimetlenenlerdir ne de külfetlenenlerdir. Bu konudaki karar mercii devlettir. Daha doğrusu devletin yetkili makamlarında yer alan bürokrasibakanlıklar, hükümet ve parlamentodur. Bu bağlamda aklımıza hemen Friedman Matrisi gelmektedir. Yani kendi parasını kendisi için harcayanların, kendi parasını başkası için veya başkasının parasını kendisi için harcayanlarla başkasının parasını başkası için harcayanların oluşturduğu, piyasalardaki ekonomilerin etkinlik derecelerinin açıklanmaya çalışıldığı aşağıdaki matris.

Teoriye göre burada ekonomik etkinliğin en yüksek olduğu hücre, kişi ve kuruluşların kendi paralarını kendileri için harcadıkları (A) hücresidir. Burada nimet elde etmek isteyenler onun gerektirdiği külfete de katlanmaktadırlar. Kendi paralarını kendileri için harcarken en kaliteli ürünü en düşük fiyattan almaya özen göstermektedirler. Etkin bir rekabet ortamında faaliyet gösteren işletmeler de hem kalite rekabetinde ürünlerinin kalitesini artırmaya çalışarak; hem de fiyat rekabetinde maliyetlerini aşağı çekmeye gayret ederek ekonomide etkinliği en üst seviyeye çıkarırlar. Ekonomi kuşunun her iki kanadı da iyi çalıştığından kuş hep yükseklerde uçmaktadır.  

(B) hücresinde ise kişi ve kuruluşlar kendi paralarını başkaları için harcamaktadır. Yani külfete kendileri katlanırken nimete başkaları sahip olmaktadır. Bu durumda rasyonel davranış en düşük fiyatı tercih etmek, kaliteyi dikkate almamaktır. Bu durumda  kuşun sadece bir kanadı çalışmaktadır. Tek kanatlı kuş da sadece alçaklarda uçabilmektedir. (C) hücresinde ise durum tersinedir. Burada kişi ve kuruluşlar başkasının parasını kendileri için harcamaktalar. Yani, kendileri nimetlenirken başkaları bunun gerektirdiği külfete katlanmak zorunda kalmaktalar. Bu durumda rasyonel davranış, fiyatına bakmadan en kaliteli ürünü tercih etmektir. Burada da ekonomi kuşunun maliyeti düşürme (verimlilik) kanadı çalışmamakta. Burada da kuş tek kanatlıdır. Sadece kalite kanadıyla uçmaya çalışmaktadır.Sübvansiyon konusunun değerlendirilmesinde en ilginç olan (D) hücresinde ise, kişi ve kuruluşlar başkalarının parasını başkaları için harcamaktalar. Burada karar vericiler ne külfetlenenler ne de nimetlenenler tarafında yer alıyor. Dolayısıyla bu hücredeki kişilerin ve kuruluşların hem kalite ve hem de fiyat konularına ilgisiz kalacakları varsayılmaktadır. Dolayısıyla bu hücrede kuşun iki kanadı da çalışmamaktadır. Kuş uçamamaktadır.  Dolayısıyla D hücresine giren ekonomik faaliyetler çok iyi denetlenmelidir. Şeffaflığa olabildiğince açık olmalıdır. Sübvansiyonlar ve genelde devletin teşvik uygulamaları bu hücreye  girmektedir. Yukarıda sözünü ettiğimiz devletimizin son uygulaması, büyük çaplı yap-işlet-devret projeleri için uygulanacak Hazine Garantisi konusu da bu kapsamda ele alınıp değerlendirilmelidir. Bu tür uygulamalar, ödedikleri her tür vergilerle külfete katlananlar tarafında olan halkın denetimine açık olmalıdır. Kamuoyu bu uygulamalar konusunda en iyi şekilde bilgilendirilmelidir. Bunun için de bilhassa şeffaflık en üst derecede sağlanmalıdır. Maalesef adı geçen Hazine Genelgesine ilişkin Yönetmelikte şeffaflık konusu göz ardı edilmiştir. Kamuoyu, hangi şirkete ne kadar garanti verildiğini öğrenemeyecektir. Zira Hazinenin borç üstlenme kararı Resmi Gazetede yayımlanmayacak. Bu uygulamayla da adeta 2001 yılı öncesine geri dönülecektir.  
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir deneme 09 Kasım 2018
Geleceğin tarihini yazmak 01 Aralık 2017
Bayramlaşma köprüsü 23 Haziran 2017