3 büyükler ve 15 küçükler

Cem TOP
Cem TOP SPOR ANALİZ cem.top@dunya.com

Öncelikle yazıya seçtiğimiz başlık yüzünden köpürecek Trabzonspor taraftarını sakinleştirerek işe başlayalım. İş bu başlıkta başvurulmak istenen ironi, zaman zaman Beşiktaş gibi bir kulübün dahi "Türkiye'de 2 büyük takım yaratılmak isteniyor." serzenişiyle ortaya koyduğu tiraj ve rating kaygılarının altını çizmek üzere kurgulanmıştır. Yoksa hem Türkiye Kupası'nı alıp hem de şampiyonun ismini değiştiren Trabzonspor'u görmezden gelmek gibi bir niyetimiz yoktur.

Esasen bu yazının nüvesini oluşturan fikir jimnastiği, şampiyonluğuyla belki de ülkedeki futbolun seyrini değiştiren Bursaspor'a "iki günlük" ve "üç kuruşluk" sevinci çok gören bir anlayışla start aldı. İçimizden bir teknik adamın, büyüklerden dışlanan oyuncularıyla sergilediği birlik ve beraberliğin meyvesi olan bu şampiyonluk, nedense "devrim" klişesinin önüne geçemedi. Çünkü spor sayfaları okunmak, televizyon programları rating listesinin üst sıralarında kalmak zorundaydı. Üç büyüklerin patlatacağı bombaların hayaliyle yanıp tutuşan milyonlara istediklerini vermek her zaman olduğu gibi kısa yoldan hedefe ulaşmak demekti. Bizim büyüklerin Avrupa'ya çıktıklarında Gulliver'in devler ülkesindeki haline bile rahmet okuttuklarından bahsetmek ise büsbütün aforoz nedeni. "Ha devler ligi, ha devler ülkesi" dokundurmasına girmiyorum bile...

"Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür." diye bir cümlemiz var bizim. Anlamakta güçlük çekecek gençler için "İnsan hafızasının noksan yanı unutkanlığıdır." şeklinde Türkçeleştirmek de mümkün. İki sezon zirveyi kovalayan Sivasspor'a "beşinci büyük" damgası vururken göklere çıkarılan "Türbülent" sisteminin tülbent kadar değeri yok bugünlerde. Bülent Uygun deseniz, işbaşı yapmadan işten çıkartılır oldu. Futbolumuzun çarkları biçerdöver misali işledikçe, korkarım Ertuğrul Sağlam'ı bekleyen son da aynı olacak. Bu noktada doğruyu - yanlışı ayırmaktan ziyade durum tespiti yapmakta fayda var. İnsanoğlu doğası gereği hegemon gücün ve güçlünün yanında yer alıyorsa eğer; Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray'ın büyük oranda Türkiye taraftar profilini temsil ettiğine şaşmamak lazım. Bursa'da halen bir bayram havası yaşanıyor olabilir ama yaklaşık her beş vatandaştan birinin yaşadığı İstanbul'da kimselerin tadı yok. Fenerbahçe'nin son maçta düştüğü trajik durum olmasa, kimsecikler futboldan bile bahsetmeyecek. Şampiyonun rengi yeşil-beyaz fakat Bursaspor manşetlere Beşiktaş Volkan Şen'e talip olduğunda çıkabiliyor. Siz anlayın gerisini...

Elbette ki, mevcut durumun bugünden yarına değişmeyeceğini biliyoruz. Hani bazı meslektaşlarımız diyor ya, "Bursaspor'un şampiyonluğu diğer kulüplerin de yolunu açacak." diye. Ben son günlerde tam tersini düşünmeye başladım. Bu tecrübeden sonra futbolumuzun baş aktörleri sahneye daha sağlam tutunmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Anlayacağınız önümüzdeki sezonlarda üç büyüklerden rol çalmak çok daha zor olabilir. Eğer bu şekilde düşünüyorsanız, "Bursaspor'un şampiyonluğu büyük takımlara ayıltıcı tokat etkisi yapacak." görüşüne daha yakın olmalısınız. Her ne kadar ülke futbolunun daha sağlam temellere oturması açısından her sezon bir Bursaspor çıkartmak elzem ise de mevcut konjonktürün gösterdiği mecburi istikamet yine İstanbul. Gelin bugünden önümüzdeki sezona dair bir hayal kuralım. Son haftalara girilirken Bursaspor lider, Gaziantepspor, Gençlerbirliği ve İ.B.Belediyespor birer puan farkla bu takımı takip ediyorlar. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray ise çoktan havlu atmışlar. Nasıl size de inanılmaz geliyor değil mi? Hayal taciri miyim neyim!

Türkiye'de spor yazarı olmak

Yetmiş milyonu aşan genç bir nüfusa sahip ve genç nüfusun neredeyse tamamının ucundan köşesinden futbolla flört ettiği bir ülkede yaşıyoruz. Cumhurbaşkanından, Park ve Bahçeler Müdürlüğünde görevli bir işçiye, Futbol Federasyonu Başkanından, alışveriş yaptığınız kasaba kadar herkesin gönlünde yaşattığı bir takım sevgisi var, az yada çok. Hal böyleyken, yazılı ve görsel basınımızı spor ve skor yazarlarının, nefis teknik analizler yapan veya ağzı iki laf yapamayan futbol yorumcularının ne yazık ki aynı potada eritildiği, seviye anlamında homojenlikten uzak bir güruh olarak takip ediyoruz. Uzun zamandır futbol, spor ve spor basınını takip eden biri olarak, pek çok futbolsever gibi "takım avukatlığı", "amigo yazar", "sipariş üzerine yazı" ve "kiralık gazete köşesi" kavramlarına hem ruhum hem midem bulanarak katlanmak zorunda kalıyorum. Ekşi sözlükte skor yapma yarışına giren magazin dünyamızın yükte ağır pahada hafif starları gibi, spor basınında da son zamanlarda yükselen "eleştiri kılığında küfür ve aşağılama" dolu yazı trendine ve bu yazıların kendilerini televizyon ekranlarına taşıyıp taraftarın sevgilisi yapacağına inanan yazarlar türedi. Bu ülkede "Takımımın galibiyetinden sonra pek bir keyiflendim. Açtım otuz beşlik rakımı, kurulup balkona Zeki Müren şarkılarına terennüm ederek katıldım ve bu enfes geceyi noktaladım." tadında yazan yarı gurme yarı futbol analisti ağabeylerimize alışmıştık da rakip (!) takım taraftarına "ezikler", "fukaralar" yada rakip (!) kulüp başkanına "tüpçü" şeklinde hitap eden sözüm ona spor yazarlarını görünce bardağın taşmakta olduğunu üzülerek idrak ediyoruz. Bugün medyamızın sahip olduğu "oligarşik" düzenin, basında kalemlerin babadan oğula, dayıdan yeğene, anneden kıza devredildiği yapının yansımaları doğaldır ki, spor sayfaları ve spor programlarında da etkisini gösteriyor. Geçmişte antipati duyduğu kulübün bayrağından kolunu geçirerek "Hareket çekme, hareketin Allah'ını görürsün" nosyonuna sahip spor yazarlarını, başkandan ulufesini Volkswagen Passat olarak alan yorumcuları, akrabalarını kulüpte işe sokan programcıları ve deplasman seyahatlerinden sebeplenmek için turizm şirketi kuran uyanıkları gördüğümüzde nasıl tepkisiz kaldıysak ne yazık ki bugün de aynı paralize görüntüyü koruyoruz ülke olarak. Geçtiğimiz aylarda ülkemizin pek cafcaflı televizyon kanallarından birinin muhabir olarak çalıştırmak üzere, asgari ücretten biraz hallice maaşa talim edecek en az iki dil bilen üniversite mezunu adaylar aradığını öğrendiğimde, aklıma çıktıkları program başına 3 ila 10 bin YTL alan sözüm ona yorumcular geldi. Bilgi ve görgüsünü halkın aydınlatılmasında kullanması gereken ancak kaotik ortamdan ve kavgadan beslenen medyamızın elinde birer piyona dönüşen bu anlı şanlı yorumcular; şöhretin, paranın ve isim olmanın diyetini futbolseveri futbolsevere kırdıran bu düzene ses çıkarmayarak mı ödüyorlar acaba? Acaba aralarında program sonrasında kulüp başkanlarından "Aferin, çok güzel konuştun. Susturdun herifi." mealinde telefon alan örnekler var mıdır!?

Programa gelirken üzerindeki takım gömleğini yada formasını sıyırıp atamayan, şartlı reflekste Pavlov'a rahmet okutan spor medyamız sayesinde her programa bilenip çıkan anlı şanlı yorumcularımız "Sporda şiddet" konulu panellere katılırken ne kadar samimiler dersiniz? Şüphesiz bu koca basın ordusu arasında işini hakkıyla yapan doğruya yanlış demek için bin bir takla atmayan, "x" takımdan bahsederken "biz" diyecek kadar ağzını eğmeyen örnekler de mevcut. Olayın bir başka boyutu, ismi "spor yazarlığı" olan bir meslekte ne yazık ki yazarlık nosyonundan uzak bir çok ismin görev alması. Bir analizi okuduğunda futbolseverin dimağında bıraktığınız tat kadar iyidir yazdığınız. Yazarlık bir nevi cümle mühendisliğidir. Cümleleri beş kelimeyi geçmeyen bir yazar, enfes görünen ama yağı ve tuzu eksik bir salata gibidir çoğu zaman. İyi yazmak, tarafsız yazmak kadar önemlidir pek çoklarınca. Yazılarımı yayınlayan gazetenin tarafsızlığından, "doğruya doğru" yayın politikasından emin olduğum kadar eminim bir gün spor basınının sırtındaki tarafgir kamburdan kurtulacağından… O zamana kadar, gazetemiz ve televizyonumuz hepimizi içine alacak kadar büyük… Beklerim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Derbi kadar zor 03 Mart 2016
Düğüm çözülecek mi? 25 Şubat 2016
Skandalın daniskası 23 Şubat 2016
Maçın şifresi: Savunma 18 Şubat 2016
Öp Quaresma’nın elini 16 Şubat 2016
Taktik savaşı 11 Şubat 2016
Maça geç kaldılar 09 Şubat 2016
Ciddiyet şart 02 Şubat 2016