23 Nisan hatırlatması

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 [email protected]

Yarın 23 Nisan... Bu söylendiğinde içinden veya dışından sanırım neredeyse herkes aynı şekilde tamamlayacaktır: “Neş'eyle doluyor insan!”

Ancak bugünlerde neşeyle dolmak pek mümkün değil. Ülkenin dört bir yanında çatışma, patlama, kan, gözyaşı almış başını giderken nasıl neşeyle dolalım değil mi?

Peki, eskiden biz niye neşeyle doluyorduk hatırlayan var mı? Ah, evet! Meclis açıldığı için, Meclisin açılış günü de çocuklara özel bir bayram ilan edildiği içindi... Bayramın adı da o yüzden “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”ydı değil mi?   

Meclis derken, bugünlerde çokça tartışılan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden söz ediyorum elbette. Yok işleri yavaşlatıyor, durma noktasına getiriyor, kriz çıkartıyor filan diye eleştirilen, bildiğiniz TBMM'den... 

İddialara göre, parlamenter sistem çok ağır çalıştığı için hemen değiştirilmeli ve acilen başkanlık sistemine geçilmeliymiş. Zaten iktidar partisi içinde yer alan bir “Anayasa profesörüne” bakılırsa “Bir zamanlar birileri parlamenter sistemi seçmiş bugüne kadar da öyle gelmiş.” Yani parlamento, meclis filan bunlar hep keyfekeder, birilerinin anayasa yazarken tesadüfen, raftan çekip aldığı kavramlar. O yüzden şimdi de anayasa yazan birilerinin canı böyle istiyorsa kolaylıkla değiştirilebilir. 

Gerçekten de eline siyasi veya silahlı gücü ya da her ikisini geçiren birileri bir anayasa metnini kolaylıkla değiştirebilir, yeniden yazabilir, parlamenter sistem yerine başkanlık veya krallık canı ne istiyorsa getirebilir, bunu da bir plebisitle kolayca halka onaylatabilir. 

Doğrudur, kağıt üzerine yazılı her şey kolayca değiştirilebilir elbette. Ancak toplumlar kağıtta yazılanlara göre şekillenmezler. Toplumların bugününü belirleyen hem siyasi hem de sosyolojik bir tarih vardır. Türkiye'nin tarihinde de “Meclis”, “parlamenter sistem” veya “sembolik cumhurbaşkanlığı” gibi kavramlar öylesine, tesadüfen, hasbelkader ortaya çıkmış değildir. 

Bu nedenle, 23 Nisan'ın yıldönümünde cereyan eden başkanlık sistemi, parlamenter sistem meclis tartışmasına küçük bir katkıda bulunarak sistem değiştirme konusunda ileri sürülen bazı yanlış iddialara birkaç başlık altında açıklık getirmek isterim. 

1- Parlamentarizm söylendiği gibi Türkiye Cumhuriyeti için tesadüfen seçilmiş bir sistem değildir. Bu iddia son derece saçmadır. Zira meclisleşme veya meclislerin modern anlamda yönetimin bir unsuru olarak ortaya çıkması, Cumhuriyetle değil Osmanlı döneminde olmuştur. Osmanlı'da ilk yerel meclisler Tanzimat'tan hemen sonra 1840'ta, seçimle kurulmuş ve meclislere dayalı yönetim geleneği günümüze kadar gelmiştir. Osmanlı'da yerel meclislerin oluşumu ve merkezi meclislerin kurulmasının başlı başına bir tarihi vardır. Buradan kimseye tarih dersi verecek değilim, isteyen açar okur Cumhuriyet, Osmanlı'daki parlamenter sistem geleneğini devam ettirmiştir. Ulusal Kurtuluş Savaşı Meclis önderliğinde verilmiş, saltanat kaldırılıp devlet şekli olarak cumhuriyete geçildiğinde de Millet Meclisi yegane meşruiyet kaynağı olarak sistemin asli kurucu unsuru haline gelmiştir.

2- Parlamenter sistemin işleri yavaşlattığı bu nedenle hızlı karar verebilen bir başkanlık sistemine ihtiyaç duyulduğu iddiası mesnetsizdir. Zira özellikle mevcut 12 Eylül anayasası güçlü yürütme üzerine kurulmuştur. Doğrusunu isterseniz Özal döneminden beri bütün hükümetleri, bir bölümünü de gazeteci olarak izlemiş biri olarak ülkenin yaşadığı sorunların parlamenter sistemden veya bu sistemin yavaşlığından kaynaklandığı izlenimine hiç kapılmadım. Aksine Türkiye'de yaşanan sorunların esas kaynağı zayıf meclis ve güçlü yürütme nedeniyle yürütme erkinin elindeki gücü kötüye kullanmasının neden olduğu sorunlardı. Hâlâ da öyle... Yani yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma ve benzerleri. Şeffaf olmayan ve yolsuzluğa açık bu yönetim yapısı, yürütmenin yargı üzerindeki etkisiyle birleştiğinde yürütme ne kadar güçlü olursa olsun ortaya kaosa sürüklenen, yönetilemez bir ülke çıkıyor.

3- Türkiye'nin kalkınması için tartışmadan çok icraate gerek olduğu, bunun için de başkanlığın ideal sistem olduğu iddiasının da herhangi bir rasyonel yönü bulunmuyor. Zira güçlü başbakanlarla doğru düzgün bir yere gelememiş bir ülkenin güçlü başkanla neden daha hızlı kalkınacağı asla açıklanamayan bir sır olarak duruyor. Diğer yandan Türkiye gibi burjuva demokrasisinin son vagonuna atlayan bir ülke için tartışma her zaman icraatten daha önemlidir. Çünkü ülke için doğru yolun hangisi olduğu henüz tartışılmaktadır. Bunu bulmanın tek yolu da kararı bir kişiye ya da bir gruba bırakmak değil, sorunları daha fazla tartışmaktır. Bu tartışmanın yapılacağı tek yer de toplumdaki tüm farklılıkları yansıtacak, bunları bir arada tutup tartıştıracak, ortaya herkesin kabul edebileceği çözümleri çıkartacak olan meclistir. 

Toplumdaki kutuplaşmayı ve gerginliği artıran şey meclisteki tartışma değil, meclisteki tartışamama durumudur. Hangi konuda olursa olsun icraatin meclisteki tartışma sonuçlarıyla şekillenmesi, kutuplaşmayı azaltacaktır. Oysa tam tersi durumlarda, yani uzlaşma yerine “Ben bilirim, ben yaparım” dönemlerinde toplumsal kutuplaşma artmış, bunun da her zaman ekonomik büyümeye olumsuz yansımaları olmuştur.

Sonuç olarak 1920'de kurulan ve bugünlerde neredeyse devre dışı bırakılmak istenen ulusal meclise, bugün de en az o zamanki kadar hatta daha fazla ihtiyacımız olduğunu unutmayalım. 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018