2023’ün Kavgası “Ekmek” mi Olacak?

Burcu KÖSEM
Burcu KÖSEM [email protected]

2023’e bir ay kala, ekonominin top trend konularına göz gezdirdiğimizde;

Geçtiğimiz hafta yapılan G20 zirvesindeki Sonuç Bildirgesi'nde, "G20 merkez bankaları, amaçlarına uygun şekilde fiyat istikrarını sağlamada güçlü kararlılığa sahip ve enflasyon beklentilerindeki fiyat baskılarını izliyor" ifadesi kullanıldı.

Diğer taraftan IMF, özetle görünüm kötüye gidiyor dedi…

İngiltere’de enflasyon 41 yılın zirvesindeyken ve çeşitli hükümet krizleri ile sil baştan bir ekonomi programı çıkarma hazırlıkları sürüyor.

Ülkemiz ekonomi verilerinde artan enflasyon beklentilerinin yanı sıra rekor kıran konut fiyatları ve yabancıların artırdığı talep dikkatleri çekiyor.

Bir yandan da kuru dengeleyen KKM’ye olan cazibenin düşmesi ile artan borsa endeksinin riskleri değerlendiriliyor…

Enerji krizi söz konusu

5 Aralık’ta başlaması muhtemel (nasıl olacaksa?) Rus petrolüne tavan getirilmesi tartışmaları ve Avrupa’da iyi giden havalara karşın doğalgaza ilişkin Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)’nın uyarıları dikkate alındığında önümüzdeki yıl oluşacak manzaranın enerji krizini işaret ettiğini de hepimiz görmüş vaziyetteyiz.

Tüm bunlara Ukrayna’dan gelen tahıl koridorunun uzatılma isteği ve Türkiye’nin bu bağlamdaki köprü vazifesi eklendiğinde gıdaya erişimin hepsinden çok daha önemli bir gündem olduğu da aşikar…

Şöylesine kısa bir özet bile, bir anda “tahılla” da tetiklenmiş olacak ki aklıma Orhan Kemal’in 1949 yılında yazmış olduğu Ekmek Kavgası öyküsünü getiriverdi.

O zamanki koşullar neydi? dediğinizi duyar gibi oluyorum. Evet, o zamanki koşullar ikinci dünya savaşından yeni çıkılmış ve oyunun yeniden kurulduğu bir dönemi kapsıyordu aslında.

Peki ya 2023’ün dünyasında oyun yeniden kurulmuyor mu sizce?

Örneğin yüksek enflasyon ve ondan korunmak adına yürütülen sıkı para politikası… Daha geçtiğimiz hafta St. Louis Fed başkanı Bullard’ın “Daha da fazla faiz artışı” demesi, ne anlama geliyor ? Tabii ki bu açıklama durgunluk riskinin artışına da işaret ediyor.

ABD açısından değerlendirdiğimizde teknik resesyona karşın artan harcama ve azalan enflasyon verisi elbette rezerv para doların sayesinde sanıldığı kadar kötü bir kompozisyon da ortaya koymuyor.

Ancak işler dünyanın geri kalanı için o kadar da iyi gitmiyor. Avrupa’nın genelindeki yüksek enflasyonun Fed’in aşırı agresif politikalarını takip etmesi halinde zaten içinde bulunduğu durgun ekonomiyi ne hale getireceği konusundaki “haklı” endişeler her geçen gün artıyor.

Ülkemiz ekonomisi açısından değerlendirdiğimizde azalan dış taleple beraber gelen iki adet sorunsal daha ortaya çıkıyor ki biri Euro/Dolar paritesinin seyri, ikincisi ise reel efektif döviz kurudur.

İhracata dayalı büyüme modeli ile gevşek para, görece sıkı (selektif) bir maliye politikası izliyor olduğumuz düşünüldüğünde… 

PMI verilerinde gerilemeye başladık

Bu durum büyümeden daha doğrusu üretim ve ihracattan her ne sebeple olursa olsun taviz vermememiz anlamına gelir ki mevcut göstergeler ne yazık ki dış talep ve parasal aktarım mekanizması bağlamında parlak bir resimle çıkmıyor karşımıza… Üretim ve onun göstergesi PMI verilerinde gerilemeye başladık, ihracat ve büyümemiz ivme kaybetmeye başladı…

 

Yukarıdaki grafiğe bakıldığında OECD’nin Google Trends verilerinden yararlanarak ML yöntemi ile hazırladığı ve geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre verdiği haftalık büyüme verilerinden elde edilmiş tabloyu görmekteyiz: OECD ortalaması yüzde 2 iken Türkiye’nin ki  ise  6-12 kasım haftası yüzde 2.3 olarak karşımıza çıkıyor ancak ivme kaybettiğimiz de bir gerçek…

İhracatta yeniden ivme kazanmak adına işaret edilen serbest kur rejimine geçiş kısmının ise soru işaretleri ile dolu olduğunu görüyoruz.

Zira davranışsal ekonominin de etkisiyle kurda ortaya çıkan dramatik görünümün, KKM enstrümanı ve makro ihtiyati tedbirlerle çıpalanmaya çalışıldığı bir ortamda yeniden zirveye doğru hızlı bir ivmelenme ile salınması zaten çok yüksek olan enflasyona da yüksek bir geçişkenlik yaratma riskini barındırıyor.

İhracatçının sorumluluğu büyük

Tüm bunlar ihracatçı ve dolayısıyla sanayiciye büyük sorumluluk yüklerken, diğer taraftan Türkiye’nin jeopolitik olarak oyun kurucu rolünü üstlendiği bir dönemde olduğumuz hesaba katılırsa,  işler çok daha fazla boyutlu bir hal almaktadır.

Ekmek Kavgası’na dönecek olursam, dünyada yine yeniden kurulan bir oyun var ve her zamanki gibi bu süreçte “ekmek” kapanın elinde kalacağa benzer… Kimileri ABD örneğinde olduğu gibi tıka basa karnını doyururken, kimilerinin kemikleri çıkacak ve gelir dağılımındaki adaletsizlik her zamankinden daha da artacak!

Türkiye’ye pastadan ortalama hatta onun da altında bir öğün düşerken, bu payı artırabilmenin en birincil yolunun sadece siyasette değil ihracatta da oyun kurucu olmaktan geçtiğini yani  katma değerli büyümenin olmazsa olmaz olduğunu düşünüyorum.

Peki bu hayal mi? Size hala çok iyimser görünebilirim ama ben ihracatta oyun kurucu olmaya her zamankinden daha da yakın olduğumuzu düşünüyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar