2017’ye girerken dünya ve Türkiye ekonomisi
Yaşadığımız iç ve dış siyasi gelişmelerin ekonomi üzerinde ağır etkileri olduğu kabus gibi bir seneyi bitiriyoruz. 2017 ile ilgili yapılacak tahminlerde siyasi gelişmelerin pozitif yönde gelişeceği ön kabulünü yapmak durumundayız. Aksi takdirde, önümüzdeki sene ile ilgili herhangi bir olumlu tahminde bulunma imkanı da ortadan kalkmış olur.
Bugünlerde Atlantik’in öbür yakasında bir Trump coşkusu yaşanmakta. (ABD’de tüketici güveni aralık ayında 2004’ten beri en yüksek seviyesine ulaşmış durumda). Olayın özü aslında şu: Bugüne kadar ABD’de Cumhuriyetçiler Demokrat Parti iktidarını yıpratmak için Meclis’ten genişlemeci maliye politikaların geçmesine izin vermiyorlardı. (Unutmayalım daha 2-3 sene önce Cumhuriyetçiler Obama iktidarını devlet ödeneklerini durdurmakla bile tehdit etmişlerdi.) Trump döneminde ise Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluk Cumhuriyetçilerin elinde olacağı için genişlemeci politikaları uygulama konusunda bir direnç olmayacak. Bu şartlar altında zaten hızlanmakta olan ekonominin (4. çeyrek beklentisi yüzde 2.5) daha da ısınması bekleniyor.
Ancak ABD’deki bu durumun bizim açımızdan ne kadar pozitif bir gelişme olduğu tartışılır. Bir defa, önceki ısınmalardan farklı olarak, Trump ticarette korumacılık kalkanlarını da yükseltmek istiyor. Bunun aslında büyük ölçüde bir popülist retorik olduğunu ve iş fiiliyata geldiğinde pek de gerçekleşmeyeceğini düşünebiliriz. Ancak, az ya da çok dünya ticaretine bir etkisi olacaktır. (Ki zaten dünya ticareti 2 yıldan beri gerileme içerisinde ve büyüme oranı neredeyse sıfır düzeyinde.) Diğer yandan, son Fed toplantısında üyelerin 2017’de politika faizlerinin 3 kere artırılması yönünde bir konsensus oluşturduklarını da biliyoruz. Bu durum küresel sermaye akımlarının ABD’ye geri dönmesi anlamına geliyor. Kısacası, başka zamanlarda ABD ekonomisindeki büyümenin dünya ekonomisi için de olumlu olduğu söylenebilirdi. Bu sefer durum pek öyle gözükmüyor, en azından küresel sermayenin yeniden dengeleneceği 2017’nin 2. yarısına kadar.
Bizim için daha mühim olan ise ihracatımızın yarısını gerçekleştirdiğimiz Avrupa ekonomisi. Her zaman olduğu gibi Almanya göreceli olarak sağlam dururken, diğer AB ekonomilerinde hâlâ toparlanma süreci zayıf seyrediyor. (Bir de tabii, İtalya’nın bankacılık sisteminin zaafiyetinden kaynaklanan özel durumu söz konusu.) Öte yandan, yılın son çeyreğinde euro’nun dolara karşı önemli ölçüde değer kaybetmiş olması Euro Bölgesi ekonomileri için olumlu bir gelişme. Ancak euro’nun değer kaybı bizim gibi ithalatını ağırlıklı dolar, ihracatını ağırlıklı euro üzerinden gerçekleştiren bir ekonomi için o kadar da olumlu bir gelişme değil.
Geriye kaldı 2 önemli parametre: Turizm ve petrol fiyatları. 2016’da turizmde maalesef önemli bir pay ve ciro kaybettik. 2017’de bu kaybın tamamen telafi edileceğini zannetmiyorum. (Kaldı ki, bunu telafi edebilmek için, yeterli çaba gösterildiği kanısında da değilim.) Petrol fiyatları ise belki 2 sene önceki 100 dolarların üzerindeki fahiş seviyelere çıkmayacak, ama yapılan kartel anlaşmaları neticesinde 55-60 dolarların da altına düşmeyecek. 2016’da ortalama fiyatın 45 dolar olduğu dikkate alınırsa, bu fiyatlar en az yüzde 20 kadar bir artış anlamına gelmekte.
Kısacası, 2017’de beklenen gelişmeler henüz bizim ekonomimiz açısından çok da destek verici nitelikte değil. Hal böyle iken, ekonomimizin 3. çeyrekte içine girdiği daralmanın ise 4. çeyrekte azalarak da olsa devam ettiği kanısındayım. Her ne kadar milli gelir verilerinde yapılan “şok” revizyon ile birlikte hesap-kitaplar oldukça şaşmış olsa da, bazı önemli öncü verilerle GSYH büyümesi arasındaki ilişkinin kopmuş olması beklenmemeli. Sanayi üretimi Ekim’de sadece yüzde 0.2 büyüme gösterebildi. Kapasite kullanım oranlarında ise son çeyrekte bir miktar kıpırdanma söz konusu. Ancak, Aralık’ta asıl darbe güven endekslerinden geldi. Reel kesim güven endeksi 98.4 ile son 4 senenin en düşük değerine geriledi. Tüketici güven endeksi ise Ekim 2015’ten beri en düşük seviyesinde. Güven endeksleri zaman içerisinde toparlansa bile bunun büyüme rakamlarına yansıması belirli bir süre alacaktır.
Zayıf büyüme karşısında yapılabilecekler ise oldukça sınırlı. Canlanma sağlamak için TL faizlerinin düşürülme imkanı kesinlikle yok. Ancak, yapılmaya çalışıldığı gibi, faiz-dışı yollardan kredi imkanları bir miktar genişletilebilir. Bu da, ekonomide bir canlanma sağlamaktan ziyade zor duruma düşmüş şirketlerin yüzdürülmesine imkan sağlayabilir. Maliye politikasında bir genişleme ise ancak özelleştirme gibi olağandışı gelirlerin artırılması ile sağlanabilir ki bu imkan da oldukça sınırlı. Tüm bu şartlar altında, 2017’nin özellikle ilk yarısı oldukça zayıf geçmeye mahkum. Ancak 2. yarıdan sonra bir miktar canlanma emareleri görülebilir. Yıl genelinde ise yüzde 3’ün üzerinde bir büyüme sağlanması mucize olur.