2017’de yaşanabilecek belirsizlikler
Dünya ekonomik büyüme tahminleri 2012 yılından bu yana sürekli aşağı yönlü revize ediliyor. Bu zayıfl amanın arkasındaki temel faktörlerden bir tanesi de uluslararası ticaretin durağan hatta özellikle 2014’den itibaren daralan seyri. Dünya ticaret hacmindeki zayıf seyrin temel sebebi de toplam talepteki ve özellikle yatırım talebindeki zafiyet.
IMF’ye göre, 2012’den bu yana yatırımlardaki bu gerileme, toplam ticaretteki daralmanın, dörtte üçünü açıklıyor. Kriz sonrasında özellikle gelişmiş ülkelerde süregelen risk azaltımının devam ediyor oluşu; yatırım kararlarında da uzun süreli bir durağan seyre neden oldu. Bu da kendi kendini besleyen bir sürece dönüşmüş görünüyor. Bunun da dünya siyasetindeki etkilerini görüyoruz. Son ABD seçimlerinin, onun öncesinde Brexit kararının gösterdiği gibi, dünyada korumacı eğilimler hem ekonomik olarak hem de siyasi yelpazede artıyor.
2017 yılı da aynı şekilde öngörülmesi kolay olmayan, küresel çapta daha fazla politikanın ön planda olacağı bir yıl olacak. Yatırımcılar gelişmiş ülkeler için de politik belirsizlikleri, fiyatlayacaklar.
Önemli bir gündem Trump politikalarının ekonomik etkilerinin ne olacağı konusu. Geçen haftaki Fed toplantısında üyelerin de belirttiği gibi “önümüzdeki döneme ilişkin mali ve diğer ekonomik teşvik ve tedbirlerinin zamanlaması, büyüklüğü ve kompozisyonu konusunda önemli ölçüde belirsizlik” söz konusu. Bu gerekçeyle de, üyeler uzun vadeli, büyüme ve işsizlik tahminlerinde sadece çok sınırlı revizyonlara gittiler. Dolayısıyla genişleyici maliye politikalarının seyri ve zamanlaması yeni yönetimle birlikte netleştikçe büyüme projeksiyonlarında yukarı yönlü güncellemeler görebileceğiz. Üyeler, büyümeye ilişkin aşağı yönlü riskleri ise; doların değer kazanmaya devam etmesi ve yabancı ülkelerde süregelen finansal kırılganlıklar olarak belirtiyor.
AB’de ise ilk İtalya referandumu ile başlayan stres testi, Fransa, Almanya ve Hollanda’da gerçekleşecek seçimler ile devam edecek. Bu seçimlerde küresel çapta öne çıkan popülist söylemlerinin ne derece seçim sonuçlarına yansıyacağını göreceğiz. İngiltere’nin Mart ayına kadar başlatması beklenen AB’den çıkış sürecinin nasıl ilerleyeceği konusu da belirsiz. Tüm bu alanlardaki gelişmeler piyasalarda volatilite üretme potansiyeline sahip.
Gelişmiş ülke görünümlerine bakıldığında gerek ekonomik performans gerekse para politikalarında da ayrışma 2017’de devam edecek. Fed’den 2017’de 2 veya 3 kez faiz artırımı beklenirken, ECB ve BOJ ise; sıfır düzeyindeki faiz politikalarına devam edecekler. AB’de bir çok ülkede hanehalkı ve firmaların yüksek borçluluğu ve dolayısıyla risk azaltım süreci devam ediyor. Bu durum, euro bölgesinde büyümenin sınırlı kalmasını (%1,5) getirecek.
Bu siyasi/ekonomik gelişmelerle ABD uzun vadeli faiz oranları artış eğiliminde; dolar da değerlenme eğiliminde. Zira, yukarıda bahsedilen temel ekonomik gerekçelerin tersine çevrilmesi kısa vadede mümkün değil.
Fed’in faiz normalizasyonunu, diğer gelişmiş ülkelerde faizlerin sıfır seviyesine yakın bir küresel ekonomik ortamda gerçekleştiriliyor oluşu, doların değerlenme eğilimini destekliyor. Bu durum dolar borçluluğunu artırmış olan gelişmekte olan ülkelere olan sermaye hareketlerini kırılgan kılabilecek bir faktör.
Mevcut koşullarda ABD 10 yıllık devlet tahvili faizlerinde dalgalı bir seyirle de olsa yıl sonunda %3 seviyelerine ulaşabileceğini düşünüyoruz. ABD seçimi sonrası dönemde görülen, ABD-Almanya arasındaki faiz farkındaki hızlı artışın, bundan sonraki dönemde aynı boyutta yükselmesi beklenmemeli. Faiz farkındaki artışın daha sınırlı gerçekleşecek olması dolar endeksindeki artışı (DXY) daha yavaş, daha öngörülebilir kılabilecek. DXY’de görülebilecek bu daha ılımlı seyir, küresel risk algısı ve özellikle gelişmekte olan ülkelere olan fon akımları için olumlu olabilir.