2014’te Türkiye yüzde 4 bile büyümeyecek

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Geçen yılın son çeyreğinin büyüme rakamları yayımlandı. Türkiye, 2013 yılının son çeyreğinde, yüzde 4,4 büyüdü. Cari işlemler açığı da yüzde 7,8 oldu. Hatırlayın ondan önce de büyüme Çin gibi, yüzde 9’lardaydı. Cari işlemler açığı ise yüzde 10’a vurmuştu. Sonra 2013 yılında dünya değişti. 

Biz kısa kaldık. Şimdi 2014 yılında dünya bir daha değişiyor ve biz yine cüce kalacağız. Ben boşuna “sen dünyayı takmazsan, dünya seni hiç takmaz” demiyorum. İşte bundan. Bugün size bir daha anlatayım. Türkiye, 2014 yılında yüzde 4 bile büyüyemeyecek, bu bir. İkincisi: daha önceden yönetmeye hiç alışık olmadığımız iki, hatta bu seçim usulsüzlüklerini de eklerseniz, üç yeni meseleyi birlikte yönetmek zorunda kalacağız. 

Gelin bakın meselelerimiz neler? Birinci meselemiz 2014 yerel seçimleri ile görünür hale geldi. Türkiye’nin de yeni bir problemi oldu. Oy sayım sistemimiz tartışılır hale geldi. Nasıl? Yakın gelecekte daha Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Genel seçim var. Hatta belki erken genel seçim var. Peki, oy sayımında en çok usulsüzlük bu seçimlerde yapıldı diye mi problem oldu? Zannetmiyorum. Ama bu seçimlerde, Yüksek Seçim Kurulu (YSK), ilk kez, sandık sonuç tutanaklarından SEÇSİS sistemine girilen sandık verilerini eş zamanlı olarak siyasi partilerle paylaştı. Ve bugünkü seçim usulsüzlüğü tartışması tam da buradan çıktı. 

Siyasi partiler de veriyi isteyenlere ulaştırınca millet açık veri seti ile istatistiki analiz yapabilir hale geldi. Hem de çok kolay oldu. Bir tuşa basıyorsunuz, görünüyor. 

Sonuç: Hiç de güzel değil. Merak edenler için, Stockholm School of Economics’ten Erik Meyersson verinin bir bölümünü almış ve “Ankara Büyükşehir Belediye seçimlerinde bir gariplik mi var?” başlıklı bir ön çalışma yapmış. O garip bulmuş. Bu şartlarda, ben 2014 yerel seçimlerinin, bu oy verme ve oy sayma tekniği ile yapılmış olan son seçim olması gerektiği kanaatindeyim. İşte size bu kutuplaşma ortamında nasıl yönetilmesi gerektiğini bilmediğimiz ilk problem. 

Geçeyim ikincisine. Türkiye bundan önce hiç iki-üç yıl arka arkaya anemik büyüme dönemi yaşamadı. Şöyle kanlı canlı olmayan, yerlerde sürünen, yüzde 1-2’lerde gezinen büyümeden bahsediyorum. Şimdi öyle bir dönemin tam başlangıcında gibi duruyoruz. Bizim bildiğimiz şudur: Türkiye, arada bir şahlanır, celallenir, şöyle yüzde 7, yüzde 9, artık dış dünya ne imkan verdiyse, büyür. Sonra dışarıda bir kriz olur. Bizde de büyüme negatif olur. Bir daha başlarız. Bizim şirketlerimiz, bizim idarecilerimiz bu tür süreçleri yönetmekte oldukça mahirdir. Bu kez öyle olmayacak. Bu kez, birkaç yıl arka arkaya yavaş büyüyeceğiz. İşsizlik ona göre artacak. İşler bu kez daha uzun bir süre kesat gidecek. Neden? Dış dünya öyle olacak. Amerikan ekonomisinin toparlanması, bir nevi, bizim felaketimiz oluyor. 

Onların toparlanmasına son derece hazırlıksız yakalandık. Likidite kururken, cari işlemler açığımız tepede kaldı. Şimdi Başkan Yellen döneminde Amerikan merkez bankası, fazla likiditeyi paspaslamadan (tapering) sonra daha daraltıcı bir para politikasına geçecek. Faiz oranlarını artıracak. Bu daha birkaç yıl devam edecek. Peki ne yapmak lazım? Temkinli olmak lazım. İlk olarak, kendi kendimizi aldatmaktan kaçınmamız lazım. Nasıl? Şimdi 2013 yılını yüzde 4’lük bir büyüme ile kapattık. Sonra birden etrafı bir geçmişe övgü furyası, bir “Bakın ekonomi yavaşlamıyor. 

Geçen yılın son çeyreğinde, yüzde 4,4 büyümüş” havası sardı. Ben size söyleyeyim. O açıklanan rakamlar düne aitti. Bugünü yansıtmıyor. Türkiye, 2014 yılında yüzde 4 bile büyüyemeyecek. Bu yıl için IMF tahmini yüzde 2’lerde, onun da, aşağıya doğru revize edilmesini beklemek gerekiyor. Not edeyim: Türkiye böyle bir durumla ilk kez karşılaşıyor. Negatif değil, son derece düşük pozitif büyüme. 

İşsizliği artıracak. Kur hareketlerinin de katkısı ile nakit yönetimini bilmeyenleri zorlayacak. Türkiye’de şirketler kesiminin temel problemi nedir? Tam da o nakit yönetimi, finansal yönetim hadisesidir. Ben bankalarımıza yeni görevlerin düşeceği bir döneme girdiğimiz kanaatindeyim. Üçüncü nokta ise, birkaç yıl sürecek bu düşük değil, düpedüz anemik büyüme döneminin, aynı zamanda, yüksek cari işlemler açığı dönemi olacak olması. 

Türkiye artık eskisine kıyasla, bir birim büyüyebilmek için daha fazla cari işlemler açığı veriyor. Son on yılda ne oldu diye sorarsanız, işte böyle oldu. 1990’lı yıllarda cari işlemler açığı ortalama yüzde 3’lerdeyse, şimdi yüzde 6’lara çıktı. Arttı. 

Ortalama büyüme ise her iki dönemde de aynı kaldı. Şimdi anemik büyüme yüzde 5-6’larda yüksek cari işlemler açıkları ile birlikte olacak gibi duruyor. Bu zor bir dönem. Türkiye’yi yabancı portföy yöneticilerine pazarlamak zor olacak. Bankalarımızın önemi ve işi artacak. Hem de nasıl bir ortamda? Paspaslama ortamında. Geçen yılın başından itibaren Türkiye’ye fon girişlerine bakın: 2013 yılının ilk yarısında, aylık net giriş 9 milyar dolardı. İkinci yarıda bu tutar, ortalama 2,5 milyar dolara indi. 2014 başında ise, negatife döndü. Bu tutarlar artmayacak. 

Daha önce benzeri olmayan bir dönemde, daha önce hiç karşılaşmadığımız sorunları yöneteceğiz. Ben bu dönemde, herkese bir dizi yeni görev düştüğünü düşünüyorum. Ama en çok da siyasetçilerimize ve bankacılarımıza ek görevler düşüyor. Siyasetçilerin önce siyasetin ekonomi üzerinde bir ek belirsizlik unsuru olmasını engelleyecek tedbirleri almaları gerekiyor. Peki, “gölge etme başka ihsan istemem” demek bu ortamda yeterli mi? Hayır. 

Bunun yanında, bankalarımız eliyle şirketler kesiminin borçlarının yeniden yapılandırılmasına imkan sağlayacak adımların atılması son derece önem taşıyor. Bugün değil. Gelen günlerde. Gelmesi mukadder günlerde. Ben Türkiye’de daha önce benzerini görmediğimiz bir döneme hazırlık yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Doğru. Daha önce bir benzerini görmedik. Ama bugüne kadar becerdik. Yine beceririz. Yeter ki, kendi kendimizi kandırmayalım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar