2014 ve daha uzun vadeli perspektifle neredeyiz?
Gelişmiş ülkeler 2008 sonrası aldıkları Keynesyen kriz önlemleriyle sorunların çözümüne ilişkin zaman kazandılar. Bu arada da serbest yatırım fonlarını yeni yatırım adresini gelişmekte olan ülkeler olarak tanımladır. Bu serbest yatırım fonları ve tercihlerindeki “carry trade” mekanizmasının karlılık döngüsü, bizim gibi ülkeleri; bakın işte büyüyorsunuz, şeklinde bir sevinçle umutlandırdı. Biz burada bütçeyi, enflasyonu, kamu dış borç yükünü kontrol altında tutarak kapitalizmin açgözlülüğüne direnç geliştirdik. Bankacılığımızı sağlam tuttuk, finansal altyapımızın desteğini arkamıza aldık. Ama yetmedi. Enerjide yüksek dış bağımlılık, küresel faizler ve reel efektif kur; bizim kırılganlık öykümüzü arka planda hızla yazıyordu aslında. Yerkürenin siyasi, jeopolitik, parasıyla da rezervi niteliğindeki süper gücü ABD, krizden acil önlem programlarını en aktif uygulayan kanat olarak gelişmiş ülkeler arasında farklı bir yere oturmuştu. Tüketerek sürdürülebilir bir açgözlü büyüme masalı, sadece gelişmekte olan ülkelerin değil, gelişmişlerin de kriz sonunu hazırlamıştı çünkü. Şimdi faizlerin yükselen seyri gelişmekte olan ekonomileri rafta farklı bir kavanozun içine yerleştirmişti yerleştirmesine de; dışa yüksek bağımlılıklarıyla Türkiye, Hindistan gibi ülkeleri burada da ayrıştırmıştı.
Dış ticaret açığımızın enerji yükü, 2013 faturasında 55 milyar dolar düzeyinde bir resmi çiziyor. Tahvil alımlarındaki 10 milyar dolar azaltım programı Fed’i ve normalleşmekte olan bir ABD ekonomisini 2014’ün ilk yarısında da takip edecektir. Gelişmekte olan ekonomileri düşünelim: Çin, Brezilya, Türkiye, Endonezya, Hindistan bunların hepsinde de siyasi kaos kırılganlığı, uzun vadeli ülke yatırım programlarında istikrarsızlık unsurudur. Çin bile bir süper güç olarak her an iç siyasi sorunlarıyla boğuşan bir ülkeye dönüşebilecek potansiyeldedir. Güven erozyonunu siyasi tansiyonu da etkileyerek 2014’ü şekillendirecektir. Ekonomimizin dış bağımlılığını tanımlayan enerji, faiz ve sepet kur gibi parametrelere, bir de siyasi kırılganlık eklenmiş olacaktır.
Ekonomi etimolojide “oikonomia”, yani ev ekonomisi olarak tanımlanır. Günümüzdeki ekonomi, küresel dengeyle eş anlamdadır. Dünya ekonomisinin pek de hassas olduğu söylenemeyen terazisinde, bir ülke ölçeğinde ağırlık olabilmek, uzun vadeli programlar yaratıp bunları eksiksiz uygulayabilmekten geçer. Kısa vadeden sıyrılabilmiş uzun vadeli sürdürülebilir büyüme temelde;
1) Jeopolitik otorite,
2) Siyasi istikrar,
3) İnnovasyon,
4) Rekabet,
şeklinde dört parametreye yaslanır. Bunlara ek olarak kısa vadeden uzun vadeye sıçrayabilmenin olmazsa olmazları; güçlü ekonomik altyapı ile sağlıklı neslin; eğitimi ve vasıflı insan gücüne dönüştürülerek şekillendirilmesine dayanır. Sağlık, ülke politikalarında yer almazdı; ta ki Fransa’nın kamu sağlığı girişimlerine kadar. Fransa başını sektiği kamu sağlığı yatırımlarının inanılmaz yüksek verimli geri dönüşleriyle, tüm dünyaya örnek oldu. Daha önce insan sağlığında “kaybet kaybet” şeklinde süregelen model böylece “kazan kazan” şekline dönüşüvermişti. ABD, AB, Japonya ve tüm gelişmekte olan ülkeler bu konuda adeta yarış içinde halk sağlığı üzerine eğilmeye başladılar. Küresel ısınma ve bunların ekonomik etkileri serbest yatırım fonlarının inisiyatifine bırakılamayacak kadar ciddi bir sorundur. Fakat maalesef bu konuda da dünya ekonomisi mevcut durumda “kaybet kaybet” stratejisini sürdürüyor. Umarız bu hata da diğerleri gibi büyük yıkımlar yaratmadan “kazan kazan” formuna dönüştürülebilir de gelecek nesiller için düzgün bir dünyayı bırakabilmek bizlere de nasip olabilir. Tarımda üzerine oturduğu zenginliği değerlendiremeyen Türkiye umarız karbon ekonomisini önceden görür de lehine dönüştürebilecek kararları uygulayabilir.