2013 nasıl geçti, 2014 tahminlerini güncellemek gerekiyor mu?
2013’ün ekonomik açıdan bu denli gerilimli geçmesi beklenmiyordu. 2012 sonunda 2013’e ilişkin yapılan senaryolarda en büyük risk olarak, ABD’nin mali uçuruma düşerek ekonomisi henüz toparlanmadan kamu harcamalarını sıkılaştırmak zorunda kalması ve Avrupa’nın yeniden krize girmesi görünüyordu. Üçüncü risk unsuru ise Suriye’ye ilişkin belirsizliklerdi.
Oysa Mayıs 2013’te ABD Merkez Bankası’ndan (FED) beklenmedik bir açıklama geldi. FED, 2012 sonunda yürürlüğe koyduğu üçüncü parasal genişleme programını kademeli olarak sonlandırma sürecini yıl içinde başlatabileceğini duyurdu. FED’in politika faizini 2014 sonundan önce arttırmayacağı kendi açıklamaları çerçevesinde zaten biliniyordu. Ayrıca, küresel krizden hemen sonra başlattığı ilk iki parasal genişleme programı çerçevesinde piyasaya saçtığı bol kepçe parayı, faiz artırımı operasyonunu başlattıktan bir süre sonra ılımlı biçimde geri çekeceği de biliniyordu. 2103’e ilişkin tahmin yapılırken yaslanılan malumat kümesi içinde bu bilgiler vardı. Ancak, üçüncü parasal genişlemeye kademeli de olsa son verilebileceği açıklaması bir sürpriz oldu.
Özellikle cari işlemler açığı yüksek düzeyde olan yükselen piyasa ekonomileri bu açıklamadan kötü etkilendiler. Bu ülkelere net sermaye girişleri azaldı. 2013’ün ilk dört ayında, her ay Türkiye’ye ortalama 10 milyar dolar net sermaye gelmişken, izleyen beş ayda bunun beşte biri kadar giriş oldu. Sonucunda, elbette döviz kuru sıçradı ve faiz arttı.
Geride bıraktığımız son iki hafta ise 2012 sonunda hiç hesapta olmayan bir gelişmeye sahne oldu. Başlatılan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu gündeme bomba gibi düştü. Hepinizin bildiği olaylar sonucunda döviz kuru bir kez daha sıçradı ve faiz yükseldi.
Bu gelişmelere karşın, 2013’te ekonomimizin yüzde 4 civarında büyüyeceği anlaşılıyor. Bu rakam, 50 yıllık ortalama büyüme oranımızın altında ama hiç olmazsa 2012’de ulaştığımız yüzde 2.2’lik büyümenin üzerinde. Böylelikle son iki yılın ortalama büyüme oranı yüzde 3.1 civarında olacak. Temelde bu nedenledir ki küresel krizden sonra ulaştığı zirve değerden aşağıya doğru inişe geçen işsizlik oranımız, mart ayından itibaren tekrar yükselmeye başladı. Son veri eylül dönemine ait ve yüzde 10.2’yi gösteriyor. İşgücüne katılımın çok düşük olduğu bir ülkede yüksek bir işsizlik oranı bu.
İhracat performansımız 2013’te 2012’ye kıyasla daha iyiydi. Ancak büyüme oranındaki yükselmenin de etkisiyle cari işlemler açığındaki düşüş durdu. Bu gelişmede artan altın dış ticaret açığı da etkili oldu. Enflasyon cephesinde ise değişen bir şey yok. 2009’dan bu yana tüketici enflasyonu yüzde 7.6 etrafında dalgalanıyor. 2011’in ilk on bir ayındaki ortalama enflasyon bu değere çok yakın gerçekleşti: Yüzde 7.5
Peki, 2014? 6 Kasım tarihindeki yazımda hem enflasyona hem de büyümeye ilişkin tahminlerimi sizlerle paylaşmıştım. Büyümenin yüzde 4’ün biraz altında –mesela yüzde 3.6 gibi- kalmasını, ortalama enflasyonun ise yüzde 8’in çok az üstünde kalmasını beklediğimi belirtmiştim. Bu beklentimin arkasındaki temel neden, FED’in eninde sonunda başlatacağı parasal sıkılaştırma operasyonu nedeniyle, Türkiye’ye net sermaye girişlerinin azalacağı tahminiydi. Ayrıca Avrupa Merkez Bankası’ndan (ECB) bu sıkılaştırmayı kısmen de olsa telafi edecek bir adım atılmayacağını düşünüyordum. FED, aralık ayında beklenen adımı attı. ECB’nin parasal genişlemeye gitmesi ise hala çok düşük bir ihtimal.
Ancak son iki haftadır yaşadıklarımız Kasım başında sizlerle paylaştığım tahminler sırasında öngörülemezdi. Peki, bu yaşananlar 2014’e ilişkin tahminleri ne kadar değiştirir? Bir şey söylemek çok zor. Çok fazla belirsizlik var. Ama büyümenin daha düşük, enflasyonun da daha yüksek olma riski var ve bu risk az değil.
Hepinizin yeni yılını kutlarım. Umarım daha güzel bir yıl olur 2014.