2011'in hararetli bir tartışma konusu: İç talebi artırıcı maliye po
Küresel krizin şiddetlendiği 2008 sonu ile 2009'un ilk yarısında çok sayıda ülke ekonomilerinin küçülmesini ya da büyüme oranlarının düşmesini engellemek için iç talebi artırıcı maliye politikaları uygulamaya koyuldular. Bu politikalar bütçe açıklarını ve kamu borçlarını artırdı. Bir de finansal sistemlerine bütçelerinden kaynak aktarmak durumunda kalan ülkelerde bu sorunlar daha da belirginleşti.
Özellikle ABD'de 2011'de ekonominin yavaş da olsa toparlandığı sinyalleri gelmeye başlayınca ekonomistler arasında hararetli bir tartışma başladı. Daha sıkı bütçe politikaları uygulanmaya başlansın mı başlanmasın mı? Bazı ekonomistler bırakın daha sıkı bir bütçe politikasına geçişi, işsizlik oranının bir türlü kriz öncesi düzeyine yaklaşmaması nedeniyle, maliye politikasında bir miktar daha gevşeme öneriyorlar. Tartışmayı sürdürenler tanınmış iktisatçılar, aralarında Nobel ekonomi ödülü sahipleri de var.
Mali disiplin mi mali gevşeme mi?
Tartışma şu şekle bürünmüş vaziyette: Şimdi mali disiplin isteyenler, bunun yüksek düzeylerde olan kamu borcu-milli gelir oranının düşmesini sağlayacağına işaretle bu sayede ekonomiye duyulan güvenin artacağını belirtiyorlar. Böylelikle özel kesimin harcamalarını artıracağını bu harcama artışının da kamu kesimince azaltılan kamu harcamalarını telafi edeceğini vurguluyorlar. Kısaca onlar "mali disiplin bugünkü koşullarda ABD'de büyüme oranını artıracaktır" iddiasındalar.
Aksi görüşte olanlar kamu harcamalarındaki azalışın ve vergi oranlarında artışın özel kesimin tüketim ve yatırım harcamalarını azaltacağını, bu durumda işsizliğin daha da yükseleceğini belirtiyorlar. Onlar, dolayısıyla, "bugün uygulanacak mali disiplinin işsizliği yükselteceği" kanısındalar.
Her iki görüşü belirtirken özellikle 'bugün' vurgusu yaptım. Zira tartışma gelecekte mali disiplinin gerekli olup olmadığı hakkında değil. ABD'de bu kadar yüksek kamu borcu varken, ileride mutlaka daha disiplinli bir maliye politikası uygulanması gerektiği hakkında neredeyse görüş birliği var.
2001 ve küresel krizde Türkiye'de GSYH
Grafik 1'de mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH'nin) 2001 krizi ile küresel kriz sırasındaki hareketleri çeyrek yıllık dönemler için gösteriliyor. Her iki dönemdeki GSYH'yi de endekse dönüştürdüm. 2001 krizini örnek olarak alarak anlatayım: Krizden önce GSYH'nin en üst düzeye ulaştığı çeyrek yıl yatay eksende '0' ile işaretleniyor ve ayrıca bu maksimum değer 100'e eşitleniyor. Bu maksimum değerin elde edildiği çeyrekten önceki dört dönem (grafikte yatay eksende eksi işaretli çeyrekler) ile sonraki dokuz dönemi (artı işaretli çeyrekler) kapsayan bir 'pencere' oluşturuluyor. Bu pencere içindeki tüm GSYH değerleri '0'ıncı çeyrekte 100'e eşit olan GSYH değerine kıyasla yeniden hesaplanıyor. Aynı işlem küresel kriz için de yapılıyor.
Her iki krizdeki GSYH hareketi çok benzer: 'V' şeklinde. Kriz sırasında GSYH keskin biçimde düşüyor (ekonomi daralıyor) ve GSYH'nin krizden önceki düzeyine gelmesi uzunca bir zaman gerektiriyor. Soru şu: Madem ki her iki krizde de GSYH benzer biçimde küçülüyor, Türkiye bu küçülmeyi önlemek için her iki krizde de iç talebi artırıcı politika uygulayabilir miydi?
Küresel krizde maliye politikası
Türkiye, çoğu ülke gibi, küresel kriz sırasında GSYH'deki keskin düşüşü azaltmak üzere iç talebi artırmak amacıyla az da olsa maliye politikasında gevşemeye gitti. Grafik 2'de, G-20 grubundaki gelişmiş ülkeler dışında kalan ülkelerin Nisan 2009 itibarıyla maliye politikalarını ne ölçüde gevşettikleri ya da gevşeteceklerini açıkladıkları gösteriliyor. Bu grafik yardımıyla Türkiye'nin o dönemde aldığı önlemlerin diğer ülkelerin aldıkları ile karşılaştırmasını yapmak mümkün.
Grafik 2'nin yatay ekseninde mali gevşemenin GSYH'ye oranı var: Doğuya doğru artıyor. Dikey eksende ise aynı ülkelerin kamu borçlarının GSYH'ye oranları yer alıyor: Bu oran kuzeye doğru gidildikçe artıyor. Beklenen ilişki şu: "Borç oranı yüksek olan ülkeler daha az, borç oranı düşük olan ülkeler ise daha çok mali gevşemeye giderler." Gerçekten de öyle olmuş. Grafikte yer alan eğri bu ilişkiyi gösteriyor ve kuzeybatıdan güneydoğuya doğru yönelen bir eğime sahip. Kısacası, kamu borcu düşük olan ülkeler ekonomilerinin daralmaları karşısında daha çok tepki vermişler.
Aynı grafik, kamu borcu yerine bütçe açığı ya da döviz rezervleri kullanılarak da çizilebilirdi. Öyle yapınca da sonuç değişmiyor. Dikkat ederseniz bu değişkenler bir ülkeye yönelik risk algılamasını belirleyen temel değişkenler. Döviz rezervi ne kadar düşükse, bütçe açığı ve kamu borcu ne kadar yüksekse o ülkenin riski de o kadar yüksek. Demek ki risk düzeyi ile iç talebi artırıcı maliye politikalarının uygulanabilirliği arasında bir ilişki var.
2001'de uygulanamazdı
2001'de Türkiye ekonomisi çok riskli. Hem Türkiye'nin borçlanma faizleri ile aynı vadede ve aynı para birimi cinsinden başka ülkelerin borçlanma faizleri arasındaki fark bu gerçeği gösteriyor hem de kamu maliyesine ilişkin göstergeler. 2001 sonunda faiz farkı 889 baz puan iken 2008 sonunda 382 baz puan. Avrupa Birliği tanımlı bütçe açığının GSYH'ye oranı 2001 sonunda yüzde 24.5, oysa 2008 sonunda yüzde 2.2. Arada dağlar kadar fark var. Kamu borcunun GSYH'ye oranı 2001'de yüzde 74, 2008'de yüzde 40.
Daha fazla rakam vermeye gerek yok. Bu rakamlar 2001'de Türkiye'nin çok riskli bir ülke olduğunu gösteriyor. Üstelik bu riskin temel nedenlerinden biri bozuk maliye politikası. Buradan çıkacak doğal sonuç bütçe açığını daha da artırıcı bir maliye politikasının o dönemde uygulama şansı olmadığı. Uygularsanız 'kaş yapayım derken göz çıkarıyorsunuz' çünkü. Maliye politikasını daha da gevşeterek risk algılamasını artırıyorsunuz: Reel faiz yükselirken ekonomiye duyulan güven azalıyor. Özellikle yatırım harcamaları erteleniyor. Keza dayanıklı tüketim harcamaları da. Bu durumda büyümeyi artırmak için aldığınız 'önlemler' büyümenin azalmasına yol açıyor.
Kıssadan hisse
Bu rakamlardan ikna olmayanlar Yunanistan ya da İtalya'nın bugünkü durumunu düşünebilirler. Bu ülkelerin kamu borcu-GSYH oranı çok yüksek. İtalya'nınki yüzde 120, Yunanistan'ınki daha da fazla. Yunanistan'ın borçlanma faizi ile aynı vadedeki Almanya tahvilinin faizi arasındaki fark uzayda geziniyor. Almanya'nın 10 yıllık tahvilinin faizi yüzde 2 düzeyindeyken, İtalya'nınki yüzde 7 düzeyinde. Bu ülkeler 2012'de önemli ölçüde daralacaklar. Herhalde bu daralmayı azaltmak için maliye politikasını gevşetecek halleri yok. Zaten kimse de böyle bir saçmalığı tavsiye etmiyor. Aksine her iki ülkede de kemer sıkıcı önlem almak üzere teknokrat hükümetler iş başına geldiler (getirildiler).
Kıssadan hisse şu: Her ekonomik daralmanın ilacı maliye politikasında genişleme olamaz. Bu tür bir politikanın işe yarayacağı ekonomik durumlar olduğu gibi ters tepebileceği ekonomik durumlar da var. Böyle bir politika 2001 krizinde ters teperdi; uygulanmamalıydı zaten uygulanmadı), ama küresel kriz sırasında işe yarardı; uygulanmalıydı (bir miktar uygulandı). Ekonominin içinde bulunduğu durumdan bağımsız bir ekonomi politikası tasarlanamaz. Bu basit gerçek bazen ne yazık ki gözden kaçıyor.
Peki, ABD'de bu tartışma niye yapılıyor? Küre karışınca zaten herkes koşturup ABD Hazine tahvili alıyor. Bu nedenle ABD devlet tahvillerinin faizi çok düşük düzeylerde. Keza para politikasının da yardımıyla ABD'de diğer faizler de çok düşük düzeyde. Bu ülkeye ilişkin belirgin bir risk algılaması yok. Birkaç yıl sonrasından başlayarak telafi etmek üzere bugün bütçeyi bir miktar gevşetmekte önemli bir sakınca olmasa gerek.
Anlaşılan bazı ABD'li iktisatçılar öyle düşünmüyor. Bu iktisatçılar gibi düşünen siyasiler de var. Cumhuriyetçi partinin bir kısmı, özellikle 'çay partisi' grubundakiler daha fazla mali önleme kesinlikle karşılar. Anlayacağınız bilimsel analiz ideolojiye yenik düşüyor, 'asla olmaz' kazanıyor.
2001 krizi ve küresel krizde GSYH
Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış GSYH. 2001 krizi için 200'nin son çeyreği, küresel krizi için ise 2008'in ilk çeyreği 100 değerini alıyorlar
Kamu Borcu GSYH %
Küresel kriz sırasında kamu borcu ile mali genişleme önlemleri arasındaki ilişki