2011'de ekonomiyi dizginlemek zor olabilir
Türkiye'de 2010 senesini yılın başındaki tahminlerin oldukça üzerinde %8'lere yaklaşan bir büyüme hızıyla kapatıyoruz. Her ne kadar enflasyon oranı %7 ile hedeflenen seviyenin üzerinde kaldıysa da yüksek büyüme hızı dikkate alındığında "bu kadar kusur kadı kızında da olur" denilebilir. Ancak, şimdiden, ısınan ekonominin 2011 enflasyon hedefi olan %5'in gerçekleşmesini de oldukça zora sokacağını söyleyebiliriz. 2010'da ise Aşil'in topuğu her zaman olduğu gibi "cari açık" oldu. Bu sene açığın milli hasılaya oranı MB Başkanı Yılmaz'ın finansal istikrarı tehdit edeceğini düşündüğü %6.3 oranına çok yakın gerçekleşecek. Bakalım, önümüzdeki sene MB yeni hedefi olan cari açık düzeyinin düşürülmesi konusunda ne kadar başarılı olabilecek?
2011 yılı beklentilerini şekillendirirken ister istemez Hükümet kanatının öngörüleri ve stratejilerini de dikkate almak durumundayız. Bu konuda Sn. Babacan'ın önceki akşam İstanbul'da ekonomi editörleri ile bir araya geldiği toplantıya kulak verdiğimizde kendisinin temkinli bir iyimserlik içinde olduğunu görüyoruz. Babacan seçim senesi olmasına rağmen bütçe açığını kontrol altında tutacaklarının altını çiziyor ve 2010'da %4 olan açığın 2011'de %2.8'e gerileyeceğini öngörüyor. Ancak burada Babacan'ın rakamlarında bir hata var herhalde, çünkü milli hasılanın bu sene 1.1 trilyon TL civarında olacağından tahminle 2010 bütçe açığı %2.7 olacak. (Böyle bakıldığında 2011'de %2.8'lik açık kamuda daralma değil, genişleme anlamına gelmekte!)
Babacan'ın söyleşisinde ön plana çıkardığı işsizliğin azalması konusunda Türkiye'nin çoğu gelişmiş ülkeden daha çabuk tepki verdiği saptamasında doğruluk payı var. Ancak, gelişmiş ülkelerle karşılaştırma yaparken Türkiye'nin işgücüne katılma oranının oldukça düşük tutulduğunu da hatırlamakta fayda var. Resmi rakamlar (ki, bence pek çoğu tartışmalı) ne gösterirse göstersin, Türkiye işsizlik ve özellikle genç nüfus işsizliği konusunda henüz örnek alınacak bir durumda değil.
Bankacılığın sağlam konumunun altını çizen Babacan 2010'da 500 milyar TL büyüklüğe ulaşan kredilerin 2011'de %20-25 arasında büyümesini makul buluyor. Belli ki burada Sn. Yılmaz'ın haftasonu banka genel müdürlerine yaptığı sunumu dikkate almakta. O sunumda, %25 kredi büyümesinin cari açığı riskli seviyenin altında %5.4 seviyesine getireceği şeklinde oldukça afaki sayılabilecek bir denklem ortaya konmuştu. Ancak bu denklemin tutma ihtimali oldukça zayıf. Şöyle ki: %25 kredi artışı 125 milyar TL artış demek. Bankalar sene içinde bu kadar ek kaynak bulmak zorundalar. Mevduat faizleri düştüğü için mevduatın kendi içinde artışı oldukça az olacak (40 milyar TL kadar). Bu sene 20 milyar TL kâr eden bankaların önümüzdeki sene de aynı miktarda kâr edeceğini varsayabiliriz. Hazine de 2011'de nette 16 milyar TL daha az borçlanmayı hedefliyor. Bu azalmanın tamamının banka portföylerinden kaynaklandığını düşünürsek, bankaların sene içinde yaratabilecekleri TL kaynakların toplamı 76 milyar TL oluyor. Gerisi? Gerisi, eğer MB para basmaz ise, dış borçlanma tabii. Demek ki, %25 kredi artışı için bankalar en az 50 milyar TL karşılığı (bugünkü kurdan 33 milyar dolar kadar) ek dış kaynak bulmak zorundalar. Bu miktarın üzerine özel sektörün dış borçlanması (ki bu konuda Babacan doğru bir şekilde reel sektörü döviz açıkları konusunda uyarıyor), doğrudan yatırımlar ve tabii ki portföy yatırımları (sıcak para) gelecek. Seneye bu kanallardan gelecek para en az 30 milyar doları bulacaktır. Eğer cari açık tahmin edildiği gibi olursa, Merkez'in 20 milyar dolar kadar döviz alması gerekiyor. Bu da bu para karşılığı piyasaya vereceği TL'yi bu faiz politikası ile nasıl geri çekeceği sorusunu gündeme getiriyor. Kısacası, %25 kredi büyüme hedefi finansal dengeler açısından oldukça riskli bir hedef. Gerçekleşmemesi daha hayırlı olur.
Sonuç olarak, 2011'de Türkiye'nin göreceli riskliliğinde 2010'daki oranda pozitif bir gelişme beklemek fazlaca iyimser bir yaklaşım olacak. Derecelendirme kuruluşlarından gelecek bir not artırımı Türkiye'nin zaten oldukça daralmış olan CDS spread'lerini çok fazla geriletmeyecektir. Ancak her halükarda tüm sene devam etmesi beklenen ucuz ve bol borçlanma imkanları enflasyon-büyüme-cari açık üçlüsünün dengelenmesini gene de oldukça zorlaştıracaktır. Öte yandan, son 4 yılda kredi portföyünü %220 büyütmüş bulunan bankacılık kesimi de sene içinde daha da artması çok muhtemel olan zorunlu karşılıkların yaratacağı kâr daralmasını dengelemek için kredilerde tam gaz gitmeye devam edecektir. Bu durum, zaten son dönemde döviz getirici projelerden çok, tüketici ve gayrimenkul kredilerine odaklanmış bulunan bankacılığın finansal risklerini artırdığı gibi, makroekonomik riskleri de artıran bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.