2010 için temel ekonomik senaryo ne olabilir?
Son yazımın başlığı "nihayet önemli kararlar alınıyor" şeklindeydi. Başlık iyimserdi, ama yazının devamı pek de öyle gelmiyordu. İyimser başlığa neden olan o kararlardan bir tanesi, yani kredi garanti sistemi söz konusu yazı yazıldıktan sonra yasalaştı, ama henüz yürürlüğe girmedi. İşgücü piyasasına ilişkin uygulamalarda da anlaşılan çeşitli pürüzler var.
Başlıktaki iyimserliğim yazının devamında görünmüyordu. Zira yazıdan anlaşılacağı gibi, birincisi kararlar çok geç alınmıştı. İkincisi, kararlar eksikti; orta vadede mali disiplinin kalıcı biçimde sağlanacağına dair bizlere verilen bir garanti yoktu. Dolayısıyla, önümüzdeki aylarda bozulan bütçe performansının daha fazla sorgulanması riski vardı.
Dünyada uzun bir süredir eşi görülmemiş çapta bir kriz yaşanıyorken, bizim ilk önce bir şey yokmuş gibi yapmamız, sonra da oldukça gecikerek bazı kararlar açıklamamız, bu kararlarda da en önemi unsuru dikkate almamamız insanı iyimser yapmıyor şüphesiz.
Bu yazıda korkarım son yazımın başlığında kalan iyimserliği de göremeyeceksiniz. Temel sorum şu: 2009-2010 için çizilebilecek temel ekonomik senaryo ne olabilir? Gelin bu sorunun yanıtını arayalım birlikte. Ama önce son zamanlarda açıklanan verilere kısaca göz atmakta yarar var.
Son gelişmeler
Herkesin çok büyük bir daralmanın gerçekleştiğini düşündüğü yılın ilk yarısına ilişkin milli gelir rakamları haziran ayının son günü açıklandı. Beklendiği gibi oldu: Bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla yüzde 13.8 oranında küçüldük. Kamu tüketimi ve yatırımındaki çok önemli artışa karşın gerçekleşti bu küçülme.
Ardından haziran ayına ilişkin kapasite kullanım oranları açıklandı. Çeyrekler itibarıyla bakarsak, ortalama kapasite kullanım oranında bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla azalma, 2008'in son çeyreğinde 11.2 puan olmuş. Aynı değer, bu yılın birinci ve ikinci çeyreğinde ise sırasıyla 16.1 ve 12.2 puan olarak gerçekleşmiş. Haziran ayında ise, bu fark 9.6 puana gerilemiş durumda. Bu açıdan bakıldığında, bu oldukça olumsuz rakam bir olumluluk barındırıyor içinde.
Nisan ayına ait işsizlik verileri ise çarşamba günü açıklandı. Açıklanan işsizlik rakamları da bekleyişlerle uyumluydu: Nisan 2008'de yüzde 9.9 olan işsizlik oranı, geride bıraktığımız nisan ayında yüzde 14.9'a fırladı. Diğer bir ifadeyle 5 puanlık yükseliş var işsizlik oranında.
Tarım dışı işsizlik oranı ise elbette daha yüksek: Bir yıl öncesinin aynı dönemine göre 5.9 puan artarak yüzde 18.2 olarak gerçekleşti. Daha da kötüsü, ne yazık ki yine beklendiği gibi, 15-24 arası yaş grubundaki hem yüksek işsizlik oranı (yüzde 26.5), hem de bu oranda son bir yıl içinde gerçekleşen artış (8.9 puan).
Tablo 1'de, bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla hem genel işsizlik oranında, hem de tarım dışı işsizlik oranında gerçekleşen artışlar veriliyor. Dikkat ederseniz kesintisiz bir yükselme var işsizlik oranındaki artışta. Çok sevimsiz bir gelişme.
İşsizlik oranı çeşitli nedenlerle yükselebilir. Her ay 15 yaş altı gruptan 15 yaşına gelenler işgücüne katılıyor. Dolayısıyla demografik nedenlerle işgücü artıyor. Ek olarak, daha önce çalışmak istemeyip iş aramayanların bir kısmı bu fikirlerinden vazgeçebilir ve işgücüne katılabilirler. Bu koşullar altında istihdam artışı işgücündeki bu artışı karşılamıyorsa işsizlik oranı artacaktır. Bundan daha kötüsü de var: İşgücü artarken istihdamın azalması. Bu durumda işsizlik oranı iki nedenle artıyor: Mevcut istihdam azaldığı için ve işgücüne yeni katılanlar iş bulamadıkları için.
Bir süredir Türkiye'de olan biten ne yazık ki bu 'kötünün daha da kötüsü': Şubat ayından bu yana, bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla istihdam azalıyor. İstihdam edilen kişi sayısı şubatta 85 bin, martta 241 bin ve nisanda 530 bin kişi azaldı. Oysa daha önceki aylarda işsizlik oranı, evet artıyordu ama hiç olmazsa istihdam edilen kişi sayısı da artıyordu.
Tablo 1: İşsizlik oranlarında artış
Genel Tarım dışı
2008 Ağustos 0.6 0.8
Eylül 1.0 1.3
Ekim 1.2 1.7
Kasım 2.5 2.9
Aralık 3.4 3.8
2009 Ocak 3.9 5.3
Şubat 4.2 5.6
Mart 4.8 5.5
Nisan 5.0 5.9
2009'un kalanına ilişkin sinyaller
Büyüme hızının önemli belirleyicilerinden biri de ihracat. İhracatın gelişimi açısından şimdilik çok fazla umut yok. Daha güncel olan TİM verilerini kullanayım. İhracatımızda bir önceki yılın aynı ayına kıyasla 2009'da en düşük küçülme hızı ocak ayında gerçekleşti: Yüzde 28. En yüksek düşüş hızı ise mayıs ayında görüldü: Yüzde 40. Haziran ayında biraz toparlanma var: Bir yıl öncesinin aynı ayına kıyasla yüzde 33 oranında daha düşük. Temmuz ayının ilk on dört gününe ait geçici rakamlara göre de ihracat düşmeye devam ediyor: Bir yıl öncesinin aynı dönemine göre yüzde 31'lik azalma var.
Kredi cephesinde son aylarda gözlenen eğilimde bir farklılık yok: Tüketici kredileri yavaş yavaş artıyor. Temmuz ayının başındaki tüketici kredisi stoku yılbaşına göre yüzde 3.5 oranında daha yüksek. Aynı dönemde gerçekleşen enflasyon oranının bu değerden daha düşük olduğu dikkate alındığında, bu artış reel bir artışa karşı geliyor.
Bu gelişme mayıs ayının başından itibaren gözleniyor. Banka grupları açısından bakıldığında ise, daha önce düştüğüm not temmuz başındaki veriler için de geçerli: Kredi artışı banka gruplarının hepsinde gözlenmiyor. Şöyle: Şubat başından bu yana kamu bankalarının açtıkları tüketici kredilerindeki hızlı artış sürüyor. Yılbaşına göre yüzde 11.2 oranında daha yüksek kamu bankalarının tüketici kredileri. Özel bankaların tüketici kredileri aynı dönemde yüzde 2.2 oranında düşmüş, yabancı sermayeli bankalarınki ise yüzde 1.3 oranında artmış. Kısacası reel artış sadece kamu bankalarından kaynaklanıyor.
Kredi piyasasına bir bütün olarak bakıldığında ise, tüketici kredilerindeki eğilime benzer bir eğilim saptamak mümkün olmuyor: Evet, toplam kredilerin düşme eğilimi durdu, ama haftalardır yukarıya doğru bir hareketlenme de yok. Haziran sonu kredi stoku rakamını, yılbaşındaki kredi stoku ile karşılaştırınca, yüzde 2 oranında daha düşük bir değer ortaya çıkıyor. Öte yandan, tüketici kredilerindeki banka grupları arasındaki asimetrik gelişim, aynı şiddette olmasa da, burada da geçerli.
Bu durumda, 2009 için üç aşağı beş yukarı ne olacağını daha rahatlıkla kestirebiliyoruz artık. 20 Mart tarihli yazımda 2009 büyüme hızı için karamsar bir tahmin aralığı vermiştim. O dönemdeki bilgilerin ışığında ve yeni bir ekonomik önlem açıklanmasa 2009'daki küçülme hızımız 6.5-8.5 aralığında oluyordu.
Güvenin bir miktar arttığı ve kredi hacminin reel düzeyindeki erimenin durduğu dikkate alındığında ve alınan önlemlerin az da olsa olumlu etki yapacağı düşünüldüğünde temel senaryo biraz daha iyileşiyor: 2009 için yüzde 6 dolaylarında bir küçülme hızı tahmini ortaya çıkıyor. Elbette küçülme hızının daha yüksek olması riski daha düşük olması riskine kıyasla çok daha fazla.
İleriye bakmak gerekiyor
Artık bu saatten sonra 2009 küçülme hızını doyurucu biçimde değiştirecek bir şey yapmamız mümkün değil. Bundan sonra 2010 ve 2011'i konuşmak gerekiyor. 2010 için ne gibi senaryolar oluşturabiliriz?
Önce temel dış koşullara bakalım: Önümüzdeki birkaç yıl bizim gibi ülkelere gelen uluslararası sermaye miktarı oldukça düşük düzeylerde kalacak. 2009'a göre daha fazla, ama önceki birkaç yıla kıyasla daha az olacak. İhracatımızın biraz olsun toparlanması ise mal sattığımız ülkelerin, özellikle de AB ülkelerinin toparlanmasına bağlı olacak.
Bu durumda bizim içeride yeni bir ekonomik program oluşturmamız gerekiyor. Temel sorular şunlar: Küresel kriz öncesi yüzde 5 dolaylarında olan sürdürülebilir büyüme hızımızı daha yukarıya çekmek için, dış tasarruflara olan bağımlılığımızı azaltacak ne gibi reformlar yapabiliriz? Bu orta-uzun dönemi ilgilendiren bir soru açık ki. Kısa vade için soru şu: Bu reformların kısa vadede etkili olmayacakları göz önüne alındığında, 2010 ve 2011 yıllarındaki büyüme hızımızı hiç olmazsa yüzde 4-5 aralığında tutmak için neler yapmamız gerekir? Şimdiden atacağımız adımlar ve çizeceğimiz reform yol haritası bu iki amaca birden ulaşmamızı nasıl sağlayacak?
Evet, yine önemli bir tasarım sorunu ile karşı karşıyayız. Ezberler geçerli değil. Çünkü çok önemli bir dönüm noktasındayız. Eskisi gibi gitmeyecek işler. İşte burada önemli bir soru daha sorma zamanı. Bu tasarımı yapabilecek miyiz? Herkesin bir yanıtı olabilir elbette. Ama bu yanıtı daha sağlam temellere dayandırmak için 2006'dan bu yana ekonomi politikası oluşturma performansına bakalım. Geçmiş geleceğe ışık tutabilir çünkü. Ne görüyoruz?
Aslında oldukça açık sorunun yanıtı: İstikrarı sağlamış ve dolayısıyla zemini kişi başına gelir düzeyimizi Türkiye'yi bir üst lige sıçratacak şekilde yükseltecek reformları yapmaya hazır hale getirmişken hiçbir şey yapmadık. Toplumdaki kutuplaşmayı artıracak biçimde 2007'deki çifte seçime kilitlendik. Olması gereken Anayasa değişikliğini çok kısır bir çerçevede tartıştık. Sonra zaten küresel kriz geldi. Ona da geometrik terimlerle yaklaştık; yani gözümüzü kapatıp geleni görmemeye çalıştık. Bir şeyler yapmaya çalıştığımızda da oldukça geç kaldık.
Şimdi bu performansa bakınca, ilerisi için umutlu olamıyorum. Bu durumda içerisine ilişkin temel senaryom 'patinaj senaryosu'. Şu: 2010'da küresel kriz daha kötüye gitmezse biz bir şey yapmasak bile ekonomimiz büyüyecek. Zira koşarken paldır küldür düşen bir çocuğun tekrar koşmaya başlamasından söz etmiyoruz. Şöyle "yahu bana ne oldu" diye bakıp, biraz çömelir pozisyona geçmesi, düştüğü ana göre açık ki daha iyi bir durum. Ama henüz yürümüyor bile.
Diyelim 2009'u böyle idare ettik, mesela yüzde 3-4 büyüme tutturduk. Bu, 2011 için umutlu olmamızı sağlar mı? Asla. Nedeni biraz önceki ekonomi politikası tasarım performansımızda yatıyor. Üstelik 2011 bir de seçim yılı; 2007 performansımızı hatırlayın. İşbaşındaki yönetimin anketlere göre büyük bir farkla önde olmasına rağmen ekonomi alanındaki uygulamalarına bakın. Üzerine 2010 ve 2011'de işsizliğin o döneme göre çok yüksek düzeyde olacağını düşünün. Bu nedenle panik kararlar alınacağına dikkat edin. Patinajdan kasıt bu: Zor bir döneme giriyoruz.
Patinaj senaryosunun gerçekleşmesi ihtimalini kuvvetlendiren diğer unsurlara bakalım şimdi: Birincisi, giderek şiddetlenen diğer sorunlar, ekonomik sorunları gündemden düşürüyor. İkincisi, ekonomimizin temel dinamiklerini kavramaktan hâlâ uzağız. Mesela 'güven' unsurunun sağlanmamasının, ekonomik politikaların ders kitaplarının ilk bölümlerinde belirtilen sonuçlarını nasıl tersine çevirebileceğini bir türlü anlamıyoruz. Anlamayınca da vahim hatalar yapıyoruz.
Temel senaryoyu iki unsur etkiler. Birincisi, küresel finansal krizin bundan sonra nasıl şekilleneceği önemli. Hep en kötünün geride kalmış olması olasılığının yüksek olduğunu belirtiyoruz. Ama bu bir olasılık; gerçekleşmeyebilir. İkincisi, IMF ile anlaşma yapılırsa, panik şeklinde tutarsız kararlar alınamaz.
Ama soru şu: Panik şeklinde tutarsız kararları almak eğiliminde olanlar bunların tutarsız olduğunu bilseler zaten almayacaklar. Muhtemelen bu kararların gerekli olduğunu düşünecekler. Çünkü demin sözünü ettiğim 'güven' unsurunun önemini yine ıskalayacaklar. Bu durumda, IMF'nin 'gerekli kararların' alınmasına izin vermeyeceğini düşünüyorlarsa neden böyle bir anlaşma yapsınlar?
Elbette bir de erken seçim olasılığını eklemek gerekiyor bu senaryoya. Kısacası, patinaj senaryosunun gerçekleşmesi ve dolayısıyla doğru dürüst işler yaptığımızda elde edeceğimiz büyüme hızına kıyasla 2010'da ve 2011'de çok daha düşük bir hızla büyümemiz yüksek bir olasılık olarak görünüyor.