2010 bütçe gerçeklemelerinde rekorlar yılı olabilir!..
2010 mali yılı konsolide bütçe tasarısı hem yasalaşıncaya kadar hem de daha sonra gerçekçi olmadığı gerekçesi ile gündemde kalmaya devam edecek gibi görünmüyor. Hal böyle olunca sormak gerekiyor: Konuyla doğrudan veya dolaylı olarak ilgili herkesi memnun etmek mümkün müdür? Gerçekçi sayılabilmesi için nasıl olması gerekirdi ve neden böyle olamıyor? Bu soruları önce yanıtlayalım sonra neden böyle düşündüğümüzü anlatmaya çalışalım: Herkesi memnun etmek olasılığı genelde oldukça düşüktür ve bugünün koşullarında mümkün değildir. Gerçekçi olabilmesi için öncelikle sermaye veya diğer kesimleri memnun etme çabası içinde olunmaması, hayali varsayımlar üzerine bina edilmemesi gereklidir; net yabancı sermaye girişine aşırı bağımlılık ve buna bağlı olarak ağırlaşmış sorunlar bütçeye ilişkin tartışmaların kaynağı durumundadır. Maliye Bakanı ne yaparsa yapsın durumu farklılaştırması olası değildir; daha önce yapılmış ve ısrarla sürdürülmüş yanlışların geleceğimiz üzerindeki ipoteği doğal olarak siyasi iradeyi yıpratacaktır.
Yetkililer mali disiplini korumak adına harcamaları kısacakları ve gelirleri reel olarak artıracakları iddiasında, küresel krizin etkilerini ise mecburen görmezden geliyor. Bütçe harcamalarının gayri safi yurtiçi hasılaya oranı yüzde 29 seviyesinin altında tutulacakmış ve ekonomi yüzde 3,5 oranında büyüyecekmiş! Sormak gerekiyor küresel düzeyde likiditenin çok bol, paranın devir hızının ve risk alma isteğinin yüksek olduğu, inşaat sektörünün tam gaz koştuğu dönemlerde bütçe harcamaları en fazla hangi düzeye çekilebilmiş ve o döneme denk gelen büyüme rakamları ne olmuş? Normalde ekonomi canlı iken bütçe büyüklüğünün gayri safi hasılaya oranının düşmesi, vergi gelirlerinin artması ve açığın azalması normaldir; aksine ekonomi durgunlaştığında bütçe oransal olarak büyür, gelirler azalır ve açık büyür. Tüm politik tercihleri değiştirmeden özetlemeye çalıştığımız genel eğilimi değiştirmek mümkün değildir.
Eğer bütçe büyüklüğünün hasılaya oranı yüzde 34-35'lerde olsa, durgunluk nedeniyle gelir hedefi daha makul tutulsa ve açığın büyüyeceği peşinen kabul edilse daha gerçekçi olunabilecek, fakat bu kez de sermaye memnun edilemeyecek ve beklentileri yönlendirilemeyecek! Kısa vadede günü kurtarmak adına öncelikle sermaye kesimi rahatlatılmaya çalışılıyor: Harcamaların son on yılda eşi görülmemiş oranda kısılacağı ve gelirlerin ne pahasına olursa olsun artırılacağı iddia ediliyor... Maliye politikası çok çok sıkı olacakmış! Bu durumda sormak gerekiyor, gelirler nasıl artırılacak ve ekonomi nasıl büyüyecek? Dolaylı vergi artışları ve zamlar enflasyon ile iç talebi nasıl etkileyecek? Yerel yönetimlerin durumu ne olacak?
Yukarıdaki soruları yanıtlamak adına bu yılın ikinci ve üçüncü çeyrek döneminde yaşananları irdeleyelim; özel tüketim vergisi ve katma değer vergisi indirimlerinden oluşan paketler devreye girmese idi enflasyon, içi talep, bütçe gelirleri ve işsizlikte genel durum ne olur idi? Eğer çok daha kötü olurdu diyorsanız 2010'da bu olumsuzluğu yaşamaya hazırlanmak gerekiyor. Zira 2010 bütçe tasarısındaki genel anlayış söz konusu paketlerin vergi kaybından başka bir işe yaramadığını iddia ediyor!..
Küresel belirsizliğin çok yüksek, maliye politikasının ise çok sıkı olacağı bir dönemde evdeki hesabın çarşıya uyması mümkün değildir. Bu yanlışta ısrar edilmesi bütçe açığını küçültmez tam aksine büyütür ve güvensizliği derinleştirir, vatandaşla devleti karşı karşıya getirir ki bunun da kimseye faydası olmaz. Faaliyet gelirleri hızla erirken devletin buradan aldığı payı reel olarak artırabilmesi mümkün değildir, yanlışta ısrar edip zorlamanın faydası yoktur, fakat zararı çoktur; sermayeyi memnun edeyim derken iç talebi daha da daraltıp işsizliği ve sorunlu kredileri artırmak, geniş kesimleri karşısına almak, aşırı gevşek para politikasının etkisini sıfırlamak pek akılcı görünmüyor. Sermaye bu bütçenin gerçekçi olamayacağını göremeyecek kadar körleşmiş ve çaresizleşmiş olabilir mi?..