2009’da cari işlemler açığı neden kapanmadı?
2009 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 5’e yakın küçüldü. Yıllık büyüme oranı negatif oldu. Ama o da ne? Cari işlemler açığının milli gelir içindeki payı yüzde 2 seviyesine takılı kaldı. Türkiye eskiden böyle değildi. Ekonominin küçüldüğü yıllarda memleket cari işlemler fazlası verirdi. O yıl öyle olmadı. Neden böyle oldu? Ben bugünlerde üzerinde durmamız gereken meselenin tam da bu olduğu kanaatindeyim. Şimdilerde liranın dolar karşısında değer kaybetmesi ile birlikte hepimiz bu cari açık belasının güneş görmüş kar gibi eriyip gitmesini istiyoruz. İstiyoruz ama rakamlara bakarsanız kazın ayağı öyle değilmiş gibi duruyor. Benim tartışmaya açmak istediğim bir iki tespitim var. Paylaşmak isterim.
Türkiye, Amerikan Merkez Bankası’nın fazla likiditeyi paspaslama operasyonuna hazırlıksız yakalandı. Şu günlerde Arjantin’de olanlar, bu işte yalnız olmadığımızı ayan beyan gösteriyor. Şöyle düzelteyim: Türkiye ekonomisi, fazla likiditeyi paspaslama operasyonuna tedbirsiz yakalanan bir avuç ülkeden biri oldu. Ne demek hazırlıksız yakalandı? Bakın 2013 yılı cari işlemler açığına. Milli gelirin neredeyse yüzde 8’ine ulaşıyor. 2004-2005 yıllarında yüzde 5 civarında bir cari işlemler açığımız vardı. Ne oldu? Türkiye, cari işlemler açığını yükseltmiş olduğu bir noktada paspaslama operasyonuna rastladı. Ne olacak? Şimdi daha yüksek bir bedel ödememiz gerekecek. Dün çok hurma yedik, bugün sonucuna katlanacağız.
Gelin buradan bir ilk sonuç çıkarayım: Türkiye’nin bir birim büyümesi için artık daha fazla cari işlemler açığı vermesi gerekiyor. Eskiden daha az cari işlemler açığı vererek, daha hızlı büyüyebiliyorduk. Bunu en iyi yandaki grafikten görebilmeniz mümkün: Yukarıda pozitif alanda, Türkiye’nin yıllık ortalama büyüme hızı var. Nasıl duruyor? Yıllar itibariyle büyümenin ulaştığı en üst noktalara bir eğri giydirseniz, nasıl durur? Yatay eksene paralel bir çizgi çıkar. Aşağıda negatif alandaki kırmızı çizgi ise cari işlemler açığının milli gelir içindeki payını gösteriyor. Onun da en yüksek olduğu noktalardan geçen bir çizgi çeksek, nasıl bir çizgi çıkar? Aşağıya doğru eğimli bir çizgi çıkar. Büyüme oranının en üst noktaları yıllar itibariyle değişmezken, cari işlemler açığının milli gelir içindeki payı giderek artıyor. İşte söylemeye çalıştığım budur: Büyüme aynı kalıyor ama açık giderek büyüyor. Türkiye’nin bugünkü vaziyetinin özeti budur.
İkinci sonuç da aynı grafik içinde var aslında. Grafik, büyüme oranı ile cari işlemler açığının milli gelir içindeki payının 1992-2012 arasındaki seyrini gösteriyor. Bu arada 1994 yılında Çiller krizi oldu. 2000-2001’de Ecevit döneminde bankacılık krizi oldu. 2009’da Erdoğan döneminde küresel kriz bizi vurdu. 1994’te ve dahi 2000-2001 krizlerinde Türkiye ekonomisi küçüldü. Cari işlemler açığı kapandı. Türkiye, o yıllarda, cari işlemler fazlası verdi. Bir tek 2009 krizinde, Türkiye ekonomisi cari işlemler açığı vermeye devam etti.
Neden böyle oldu? Bu durumda, liranın dolar karşısındaki değer kaybı bu kez cari işlemler açığını hızla küçültmeyebilir mi? ikinci sorudan başlayayım: Evet, küçültmeyebilir. Türkiye ekonomisi, olduğu yerde durmak için artık daha fazla cari işlem açığı vermek zorunda kalıyor. Ben Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ndan Hakan Kara ve Çağrı Sarıkaya’nın “Konjonktürel etkilerden Arındırılmış Cari Açık” başlıklı çalışmasını böyle okuyorum. Çalışma, TCMB’nin Ekonomi Notları serisinden Temmuz 2013’te yayımlanmış. Okumanızı öneririm. Ne diyor? Eskiden yüzde 3’lerde bir yapısal cari açığımız varmış, şimdi yüzde 5’e çıkmış. “Olduğumuz yerde ilerlemeden durmak için artık daha fazla cari işlemler açığı vermemiz gerekiyor” dediğim işte bu. Ekonomimizin yapısal cari açığı Erdoğan döneminde artıyor.
Şimdi ilk soruya döneyim, müsaadenizle. Neden böyle oldu? Birkaç neden, incelenmek üzere akla geliyor, hızla sıralayayım. Birincisi, 1980’lerden bugüne, memleketin yurtiçi tasarruf oranı neredeyse yarı yarıya düştü. Artan borçlanma imkanı, tasarruf oranını düşürdü. Doğal olarak, yapısal cari işlemler açığı büyüdü.
İkincisi, 1990’larla 2000’ler arasındaki temel bir fark: Türkiye’nin enerjide doğal gaz bağımlılığı. Memleketin her yerinde ısınmak için doğal gaz kullanmaya başladık. Dışarıdan ithali zorunlu bir doğal kaynağa bağımlılığımız eskisi ile kıyaslanmayacak bir ölçüde yükseldi. O nedenle yapısal cari işlemler açığımız arttı. Bakın bu da tartışılabilir. Üçüncüsü, Türkiye son on yılda hızla sanayisizleşmeye başladı. Dış ticaret dengemizde bunun etkilerini artık çok açık bir biçimde görmeye başladık. Sanayisizleşme Türkiye’nin bir birim büyüyebilmek için katlanması gereken makro dengesizliğin boyutunu büyüttü. Cari işlemler açığı yükseldi. Bakın dış ticaret istatistiklerine, dış ticaret açığımızın neredeyse yarısı iki ülkeden kaynaklanıyor. İlki Rusya: açığın kaynağı doğal gaz. İkincisi Çin: açığın kaynağı sanayi malları ithalatı. Türkiye’nin beyaz eşya üreticileri, küçük ev aletlerini artık Çin’de yaptırıyor. Manisa Çin’le, tam 1 milyar dolar dış ticaret açığı veriyor. Neden? Televizyon üretimi için gereken ara malı oradan geliyor. Tekstil ve konfeksiyonu saymıyorum bile. Geçtim, sanayi ara mallarını normalde üretebildiğimiz tüketim mallarını bile artık Çin’den alıyoruz. Çocuklarımızın yediği lolipop bile Çin’den geliyor. Neden? Rekabet gücümüz azaldığı ve bunun için bir şey yapamadığımız için.
Türkiye sanayisizleşmeye başladı. Doğal gaz bağımlısı oldu. Tasarrufu unuttu. Olduğu yerde öylece durmak için daha fazla cari işlemler açığı vermeye başladı. Sonra ne oldu? 2009 yılında ekonomi küçüldü, biz tarihimizde ilk kez küçülen bir ekonomide cari işlemler açığı verdik. 2014 yılında mevcut şartlar altında, cari işlemler açığının yüzde 5,5-6’nın altına gelmesi için bir sebep var mı? Yok.