2009 Karnesi zayıf!
Yılın bu son günü, ekonomideki 2009 yılı gelişmelerini değerlendirmek için uygun bir zaman. Her ne kadar bazı çevreler tarafından krizin bu sene bizi teğet geçtiği iddia edilse de, Türkiye refah ve kalkınma bakımından en önemli 2 göstergede bulunduğu gelişmekte olan ülkeler liginin en kötü performanslarından birini gösterme başarısını elde etti! Birinci veri büyüme (pardon küçülme) hızımız. Tahminler bu sene küçülmenin %5.7 civarında gerçekleşeceği yönünde. Bizden daha kötü performans gösteren sadece 3 ülke var: Macaristan, Rusya ve Meksika. Bazı siyasetçilerin bu mutlak kötü performansı es geçerek "ama, 2010'da en hızlı büyüyen ülkelerden biri olacağız" demeleri ise cahillik değil ise, pişkinlikten başka bir şey değil. Yüksek bir küçülme oranı gösteren bir ülkenin, bir sonraki sene istatistiki nedenlerden dolayı göreceli yüksek oranlı bir düzeltme göstermesi beklenir. Aksi bir durum ise zaten ekonomide çok daha ağır, temel problemler olduğunun işaretidir.
Rusya'nın son yıllardaki hızlı büyümesi nasıl fosil yakıt fiyatlarının hızlı yükselişine bağlı ise, bu seneki daralması da aynı nedenlere bağlı. Macaristan ve Meksika ise sırasıyla Avrupa ve ABD'ye son derece bağımlı ülkeler. Sadece dış ticaret olarak değil doğrudan yatırımlar ve finansal kaynaklar bakımından da bu ülkelere bağımlı olan Macaristan ve Meksika'nın bu performansları şaşırtıcı değil. Esasen Türkiye için de bir AB bağımlılığından söz edilebilir, ve bu bağlamda %5.7 küçülmenin çok kötü olmadığı da iddia edilebilir. Ancak, önümüzde Polonya gibi Avrupa bağımlılığı yüksek olmakla birlikte 2009'da %1 pozitif büyüme göstermesi beklenen örnekler de var.
Kalkınma ve refah açısından diğer önemli veri tabii ki istihdam. 2006'da yapılan Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) üzerinden hesaplanan nüfus verilerinin genel nüfus sayımı verilerinden oldukça farklılık göstermesinden dolayı TUİK devamlı geriye doğru revizyon yaparak 2008 yılı istihdam rakamlarında da düzeltmeye gitmektedir. En son düzeltilmiş veriler 2008 işsizlik oranının %11 civarında olduğunu gösteriyor. Bu sene ise bu oran en iyimser tahminle %14.3 civarında gerçekleşecektir. Diğer bir ifadeyle bu sene işsizlik %30 artmıştır. Bu işsizlik oranı aynı zamanda Güney Afrika'dan sonra gelişmekte olan ülkeler arasındaki en yüksek işsizlik oranıdır. Maalesef, zaman içinde işsizliğin artarak daha kronik ve kalıcı bir sorun haline geldiğini görmekteyiz.
Göreceli olarak daha başarılı sayılabilecek 2 temel ekonomik gösterge ise cari açık ve bütçe açığı oranları olmaktadır. Bu sene cari açığımız değer olarak geçen seneye göre 30 milyar dolar kadar gerileyerek 10 milyar dolar civarında gerçekleşecektir. Milli hasılaya oran olarak da, cari açık %1.5 gibi önemsiz bir orana gerilemiştir. Ancak, ekonominin %5.7 gibi yüksek oranda daraldığı bir senede cari açığın da bu boyutlarda daralmış olması bir başarı değil, sadece beklenen bir gelişmedir. Diğer gösterge olan bütçe açığında ise son rakamlar açığın Hükümet tahmini olan 62.8 milyar TL'nin oldukça altında, 55 milyar TL civarında gerçekleşeceğini gösteriyor. Açığın milli hasılaya oranı da %5.5 civarında olacaktır. Bu açık oranı 2008'deki oran olan %1.8'in oldukça üzerinde olmakla beraber, özel sektör harcama ve yatırımlarının büyük bir gerileme gösterdiği böyle bir kriz senesi için normal karşılanmalıdır. Hatta, gelişmiş ülkelerin bile bütçe açıklarının ortalama olarak %8.9 olmasının beklendiği bir sene için bu açık miktarı düşük bile kalmaktadır. Sonuçta artan kamu harcamalarının bütçe açığını artırıcı olduğu kadar, ekonomik daralmayı da azaltıcı etkileri vardır. Ancak, Hükümetin elinde ülke risklerini artırmadan fazla bir harcama imkanı olmadığını da kabul etmek gerekiyor.
Son olarak da enflasyon oranını değerlendirelim. Merkez Bankası bu sene politika faiz oranlarını gerektiği gibi hızlı bir şekilde düşürmüş ve senelerdir TL hazine bonoları faizleri üzerinde oluşmuş bulunan anlamsız köpüğü alması bakımından da gayet başarılı olmuştur. Öte yandan, ekonomik aktivitenin bu kadar zayıf olduğu, emtia fiyatlarında ortalamada geçen senelere göre gerilemeler yaşanan, Dünyada deflasyon riskinin konuşulduğu, nominal faizlerin son 30 senenin en düşük seviyelerine gerilediği ve kurlarda rahatsız edici bir yükselmenin yaşanmadığı bir ortamda dahi enflasyon oranının %6'nın altına düşmemiş oluşu üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken bir olgudur. Bu yukarıda saydığımız faktörlerin terse döndüğü bir ortamda enflasyonun ne şekilde bir yön alacağı ise oldukça belirsizdir. Ayrıca, Merkez Bankası'nın enflasyon yönetimini önceden ilan ettiği orta vadeli hedeflerle değil de, daha kısa vadeli tahminlere bağlı bir şekilde sürdürmek zorunda kalarak ve 2012 gibi uzak bir vadede bile %5 gibi yüksek bir hedef belirleyerek, "enflasyon hedeflemesi" programından bir ölçüde çark etmiş olması da, başarı hanesine yazılabilecek bir gelişme değildir.
Sonuçta Hükümetin bu seneki ekonomi yönetimi notunun "zayıf" olduğunu, ancak bunun sebebinin bu seneki icraattaki yanlışlardan daha çok, 2002-2007 seneleri arasında Dünya ekonomik konjonktürünün Türkiye için olumlu seyretmesi nedeniyle mali, idari ve altyapısal reformların savsaklanmış olmasından kaynaklandığını da tesbit etmek gerekiyor.