2008 krizinin neresindeyiz?
Serhan Yenigün / Finansinvest
ABD'nin kredi notunun düşmesi ve Avrupa'da devam eden olumsuz haber akışı "kriz" söylemlerinin yeniden artmasına ve özellikle hisse senedi gibi riskli varlıklara panik satışları gelmesine neden oldu. Bu paniğin arka planında, 2008 yılında yaşanan ve "yüzyılın krizi" olarak isimlendirilen mali ve finansal depremin yatırımcıları hala etki altında tutması yatıyor. Peki gerçekten o dönemki kadar kırılgan bir piyasa ortamı içerisinde miyiz? Hisse senetlerine bakarsak, "evet". Ancak, hisse senetlerine göre çok daha büyük bir piyasa olan para piyasalarına ve küresel ya da yerel faiz enstrümanlarında bu paniğin hiçbir belirtisini görmüyoruz.
Yatırımcıların, soğukkanlılıkla düşünerek yatırım stratejilerini belirlemeleri gerekiyor. Makro verilere ve küresel çapta ekonomi temelli sorunlar olması halinde gerçekten panik fiyatlamalara gidildiğini temsil eden göstergelere baktığımızda, hisse senetlerinde kopan fırtınanın faiz ve para piyasalarında pek etkili olmadığını görüyoruz. Özellikle küresel çapta işlem gören ve küresel (ya da yerel) risk primlerini ifade eden birçok faiz odaklı göstergede 2008 dönemiyle hiçbir benzerliği olmayan (daha fazla güveni simgeleyen) rakamlar var. Bu göstergelerden bazılarını CDS'ler, Libor oranları, gelişmekte olan ülkelerin eurobond faiz spread'leri (faiz farkları) ve yerel faiz oranları şeklinde sıralayabiliriz. ABD'de Haziran ayında sona eren 600 milyar dolarlık tahvil alım programına ve artış hızı şimdilik durmuş görünen USD arzına rağmen likidite endişesini yansıtan bir faiz hareketliliği görülmemesi piyasalardaki güvenin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
2013 ortasına kadar "sıfır faiz" taahhüdünden bulunan FED'in 2008'den bu yana 750 milyar dolardan 2,5 trilyon dolara yaklaşan bilanço büyüklüğü ve piyasalara enjekte ettiği yüksek likidite, Avrupa MB'nın trilyon EUR'yu aşan tahvil alımları, İngiltere, Japonya ve İsviçre Merkez Bankaları'nın benzer gevşek para politikaları küresel likidteinin daha uzun bir süre yüksek kalacağına işaret ediyor. Küresel yatırım iştahını ve özellikle gelişmekte olan ülkelere akabilecek sermayenin limitlerini belirleyen likidite göstergelerinin mevcut durumda oldukça umut verici düzeylerde kaldığını görüyoruz. 2008 dönemi ile kıyaslanamayacak boyutta bir serbest likidite, getirisi yüksek varlıklarda değerlendirilmek üzere fırsat kolluyor. Bu nedenle, içinde bulunduğumuz dönemin Avrupa ve ABD ekonomilerine dair atılacak olumlu adımlarla geride bırakılmasının ardından Türkiye ve Türk varlıkları yeniden güçlü bir yatırımcı talebi görebilir.