2002'deki rapor ve bugünkü tablo

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

ASLINA BAKARSANIZ / Adnan Nas adnan.nas@tr.pwc.com Son beş yıldır "ülke artık hantallığından kurtuldu ihtiyaç duyduğu dinamik kimliğine kavuştu" dedirtecek bir değişim çabası içinde görünen Türkiye, bir genel seçimi de atlatmasına rağmen son altı ay içinde tutukluk yapmaya, neredeyse "reform yorgunu" bir fotoğraf vermeye başladı. Bu süre boyunca gündeme hakim olan sorunlara baktığımızda, 2002 yılının Ocak ayında yayınlanan ve İstanbul Sanayi Odası için bizim yönettiğimiz bir PwC ekibi tarafından hazırlanan "Uluslararası Doğrudan Yatırımlar ve Türkiye" başlıklı raporu hatırlamamak elde değil. ISO'nun 2002 raporu Söz konusu rapor, 1980 sonlarında gözlenen ilk dışa açılma hamlesinin ardından 90'lı yıllarda artan verimsiz kamu harcamalarını uygun konjonktürde sağlanan sıcak dış kaynak ile finanse etmeye dayanan politikaların tavana vuran enflasyon/reel faiz/dış borç ve işlevsiz kalan bankacılık sistemi nedeniyle iflas ettiği bir dönemde, Türk ekonomisine ve sanayiine giderek yitirdiği üretim potansiyelini ve rekabet gücünü kazandırmak için küresel ekonomiye bütünleşmeyi ve ülkenin kronik reel tasarruf yetersizliğini giderecek doğrudan sermaye girişlerini artırmayı sağlayacak bir yol haritası ve stratejik plan ortaya koymak amacıyla hazırlanmıştı. Çıkmazdan kurtulmak için 90'lar sonunda uygulamaya konan "döviz çapasına dayalı dezenflasyon programı", taşıdığı dizayn hatasıyla zayıf bankacılık ve ödemeler sistemini çatlatınca, faaliyet dışı plasman gelirlerine bağımlı hale gelen ve rekabetçiliğini tümden yitiren reel kesimin canlandırılması için bu defa yapısal niteliği ağır basan "güçlü ekonomiye geçiş programı" 2001 Nisan'ında devreye girdi. Ancak kurumsal yapı zaafları ve mali kesimin ayakta kalan bölümünün de konjonktür nedeniyle zayıflaması, iç ve dış borçlanma kapasitesinin de tıkanması ile birleşince programın reel faizi düşürme ve büyüme trendini başlatma gibi iki temel performans göstergesinde başarı gecikti. Böyle bir ortamda kronik kaynak ihtiyacını en düşük maliyet ile karşılayacak olan ve Türkiye'nin tarihsel olarak başarısız olduğu doğrudan dış yatırımların artırılması hayati önem taşıyordu. Sadece kaynak değil, bilgi, pazarlama ve teknoloji gibi çok boyutlu katkılar sağlayacak olan dış yatırımlardaki yetersizliğin nedenlerinin ve giderilmesine yönelik stratejilerin tespiti, aynı zamanda Türk ekonomisinin yapısal sorunlarını ve yatırım ortamının nasıl iyileştirileceğinin ipuçlarını ortaya koyacaktı. Raporda neyi önermiştik? Yatırım kararında etkili olan bütün kritik faktörleri ve karmaşık değişkenleri dikkate alan sistematik bir yaklaşım ile yürüttüğümüz çalışmanın sonuçları, iki faktörün diğerlerinden öncelikli olduğu ve önkoşul niteliğini taşıdığını vurguluyordu: Birincisi "hukuki güvenlik ve sağlıklı işleyen bir hukuk sistemi", ikincisi de "sürdürülebilir makroekonomik dengelerin ve temel politikalarda idari istikrarın sağlanması" idi. Bu önkoşullar gerçekleşmezse, diğer münferit tedbirlerin istenilen sonuçları doğurması mümkün olmayacaktı. Önkoşullar dışında, uygun bir yatırım ortamı için gerekli bir dizi hedef (muhasebe ve raporlama altyapısı, adalet sistemi altyapısı, vergi reformu ve kayıtdışının azaltılması, başta Ticaret Kanunu ve fikri haklar olmak üzere hukuk mevzuatı ve uygulaması vb.) ile reel kesimin kurumsal yapı zaaflarının giderilmesi, işgücü kalitesinin ve verimliliğinin artırılması gibi stratejik eylem alanlarını ayrıntılı biçimde mercek altına alan rapor, stratejik planın son aşamasına tek bir yatırım ajansı ve tanıtım faaliyetlerini koymuştu. Yapılanlar ve yapılamayan İlginçtir ki 2002'den bu yana Türkiye, raporda önerilen yol haritasının bir bölümünü büyük ölçüde, bir bölümünü ise kısmen gerçekleştirmiş hiç değilse başlatmış, bazı alanlarda ise pek bir ilerleme kaydedemiştir. Ön koşullardan biri, yani "makroekonomik ve idari istikrar" en fazla başarı sağlanan parametre olmuş, bu sayede enflasyon ve faiz düşürülmüş, istikrarlı bir büyüme performansı sağlanabilmiştir. Yatırım ortamının iyileştirilmesi için de, henüz tamamlanmasa da, birçok adım atılmıştır. Reel kesimin kurumsal yapısının ve işgücünün geliştirilmesindeki ilerleme ise sınırlı kalmıştır. Ancak hemen hiç ilerleme sağlanamayan tek alan, yatırımcı kararları açısından en önemli parametre olan "hukuki güvenlik ve sağlıklı hukuk sistemi" olmuştur. Bunun hiç de tesadüfi olmadığı, bu konunun stratejik hareket yeteneğimizin en kısıtlı bulunduğu eylem alanı olduğu anlaşılıyor. Son bir yılda içinden çıkmakta zorlandığımız bütün darboğazların hukuki karakter taşıması da, hukuk sistemi ve güvenliği konusunda ciddi sorunlarımız olduğunu gösteriyor. Yerel ya da küresel bütün yatırımcılar için hızlı işleyen, homojen ve etkin bir şekilde uygulanan, doğal hakim ilkesine ve evrensel haklara saygılı ve sadece yasalar ile değil altyapısı ile de güven veren bir hukuk sistemi ve adalet mekanizması sağlayamazsak, riski yüksek bir ülke olmaktan kurtulamayız. Temel bir idari istikrar politikası olarak öne çıkan AB üyelik sürecinde yavaşlamamız da, hukuk reformu konusundaki ümitleri azaltıyor. Şaşırtıcı olan da AB standartlarına uyum çabalarına karşı çıkanların "neden sıfırdan yatırımlarda kaynak girişi olmadığını" hâlâ sorgulamaları.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019