2. çeyrek kötü de gelecekten umut var mı?
Dün açıklanan 2. çeyrek yurtiçi milli hasıla büyüme oranı zaten düşük olan % 2.6’lık beklentinin de altında % 2.1 olarak geldi. Bundan da öte, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış milli hasıla bir önceki çeyreğe göre % 0.5 gerilemiş gözüküyor. Halbuki son 5 yıllık dönemde, Türkiye ekonomisi 2012’nin 1. çeyreği dışında (% -0.2) her çeyrek bir önceki çeyreğe göre ama az ama çok büyüme göstermişti. Kısaca, gelen rakamlar endişe verici.
Milli hasıla bileşenlerinin katkı paylarına baktığımızda durumun daha da kötüleşmesini net dış ticaret önlemiş gözüküyor. Bu dönemde geçen yılın aynı dönemine göre % 5.5 artış gösteren ihracat ve % 4.6 daralma gösteren ithalat sayesinde net dış ticaret büyümeye % 2.9 katkı yapmış. Ancak daralan ithalatın aynı zamanda daralan iç tüketim ve bundan da önemlisi daralan yatırımları ifade ettiği de bir gerçek. Nitekim bu dönem tüketim harcamaları sadece % 0.4 oranında artarken, toplam yatırım harcamaları ise % 3.5 oranında azalmış. Özel sektörün inşaat dışındaki yatırım harcamaları % 7.6 oranında daralmış vaziyette. Ancak aynı dönemde kamunun yatırım harcamaları da % 0.9 azalmış. Bunun 2 sebebi var. Birincisi yerel seçimler nedeniyle bir kısım harcamaların 1. çeyreğe çekilmiş olması. İkincisi ise geçen senenin 2. çeyreğinde kamu yatırım harcamalarının astronomik boyutlarda artırılmış olmasının yarattığı negatif baz etkisi. (2013 1. ve 2. çeyreklerinde kamu yatırımları % 52 ve % 27 artırılmıştı.)
Nihayetinde dün açıklananlar oldukça bayat sayılabilecek veriler. Ancak bugünden ileri bakınca da maalesef çok iyimser bir tablo gözükmüyor. Evet, ilk 6 ayda, tüketim ve yatırımların düşük kalmasında sene başında TL üzerinde oluşan baskı, müteakiben faizlerde meydana gelen artış, seçim ortamı ve siyasi ve jeopolitik risklerin önemli etkisi vardı. Ancak bu etkilerin önemli bir kısmı geçmiş olmasına rağmen, son dönemde gelen veriler kalıcı bir canlanma sinyali vermekten oldukça uzak.
Temmuz ve ağustosa ilişkin kapasite kullanım oranları geçen senenin aynı aylarının oldukça altında. Tüketici güveni ise 2011 yılının son çeyreğinden beri düşme eğiliminde ve son gelen Ağustos rakamı da oldukça düşük. Her ne kadar son ay sektörel güven endekslerinde bir kıpırdanma varsa da, 3 aydan beri düşüş eğilimi içerisinde olan reel kesim güven endeksi bu durumu teyit etmiyor. Krediler cephesinde de durum parlak değil. Kredi artış hızı yıllık bazda % 18’lere gerilemiş durumda ki, bu küresel kriz sonrasında görülen en düşük artış oranları. Bugünkü konjonktürde politika faizlerinin daha da düşürülüp, suni de olsa bir ivme yakalanması da mümkün değil.
Önümüzdeki senenin (gene) bir seçim senesi olması nedeniyle bazıları harcama musluklarının açılacağını ve bunun da ekonomiyi ivmelendireceğini düşünebilirler. Ancak, bugünkü konjonktürde kamunun bir makroekonomik risk yaratmadan harcamalarına hız vermesi mümkün gözükmüyor. Öncelikle ciddi bir enfl asyon problemimiz var. Burada % 10 bir anlamda psikolojik sınır. Bu sınırın geçilmemesi için kamunun enerji ve diğer yönlendirdiği fiyatlara zam yapmaması gerekiyor. Ancak bu aynı zamanda kamu açıklarının ve dolayısıyla kamu sektörü borçlanma gereğinin artması anlamına gelmekte. Halbuki sağlam (gözüken) maliye politikası Türkiye’nin yabancı yatırımcılar gözünde kalan belki de tek pozitif verisi. Burada oluşacak açıklar yabancıları oldukça tedirgin edecektir. (Böyle bir durumda politika faizlerinin artırılmak zorunda kalınması ise zaten canlanamayan iç tüketimi daha da kısacaktır.)
Sonuçta, bu sene büyüme oranı % 3’ler civarında gelecek. Bu da Türkiye’nin üst üste 3. sene potansiyelinin altında büyümesi anlamına geliyor. Ancak, daha önemlisi, bu rakamlar Türkiye’nin artık tam bir ‘orta gelir tuzağı’ içine girmiş olduğunu göstermekte.