100. yıla girerken enflasyonla mücadele
Yapısal sorunlar nedeniyle önemli bir kur kırılganlığımız var. Kur kırılganlığını çözmenin birinci yolu ülkeye döviz getirmekten geçmekte. Ancak dış konjonktüre bakıldığında, lehimize olmayan gelişmeler var. Bunlardan ilki aşağı yönlü baskı gören lira ve artan petrol fiyatları…
Cumhuriyetimizin 100. Yılına girmeye günler kala ülkemiz, hem içeride hem de dışarıda iki ayrı cephede mücadeleye devam ediyor. Bunlardan ilki dış siyaset arenasında: Kuzeyde devam eden savaşa güneyde tarihsel ve duygusal bağımızın kuvvetli olduğu hatta milli meselemiz olarak da gördüğümüz Filistin’in masum halkına yönelik bir katliam eklenince Türkiye’nin yükü her zamankinden daha ağır bir hal aldı.
Bir taraftan da sınır harekatı sürdüren ülkemiz, Rusya-Ukrayna savaşına İsrail Hamas savaşının da eklenmesiyle diplomaside normalleşmeyi önceleyen ara buluculuk rolü ile deyim yerindeyse parçalara bölünmüş durumda.
Ancak ülkemiz için oluşan ortak kanaat; bölgedeki ülkeler arasında itidalli ve objektif tutumuyla başarılı bir diplomasi yürütüldüğü yönünde… İkinci cephe ise, ekonomi cephesi: Öncelikli olarak, banka bilançoları üzerindeki makro ve mikro ihtiyati tedbirlerden kademeli çıkış, enflasyonda ki köpüğü alma ve dış yatırımları çekmek için yoğun bir dış yatırım diplomasisi yürütülmekte.
Enflasyondaki köpüğü almaktan kastım elbette enflasyonla mücadele edilmediği yönünde değildir. Bilinen bir gerçek var ki; uzunca bir müddet enflasyonla beraber yaşayacağız.
Bu gerçek, ekonomi yönetimi tarafından da ifade edilmekle birlikte, özellikle talep enflasyonunun bir anomalisi olarak ortaya çıkan fiyatlama davranışlarındaki bozulmayla topyekün bir mücadele vermektedirler. Geçtiğimiz hafta zincir marketlerden sonra ATO, İTO, Perakendeciler Birliği ve İSO gibi STK’ların da enflasyonla mücadeleye, kampanyalarla destek vereceğine yönelik mesajlarını bir bir aldık.
Elbette ki bu durum hem mevcut ekonomi politikasına duyulan güveni hem de enflasyon illetinden tüm paydaşların ortak hareketle kurtulma niyetini ifade etmektedir. Bu nedenle bu tutumu çok değerli buluyorum. Ancak bu sadece fiyatlama davranışlarındaki bozulmayı ve beklentiyi bir miktar kırarak, köpüğü almaya yarayacaktır. Örneğin çokça tartışılan gıda enflasyonu; tarımdaki ithal girdilerden tutun, planlaması ve tedarikine hatta dış ticaret rejimine kadar çok geniş bir alanı kapsar.
Konut ve kira fiyatları açısından bakıldığında ise yine inşaat girdi maliyetinden başlayarak, konutun bir getiri aracı olarak görülmesiyle talebinin geçtiğimiz yıllarda sürekli artmasıyla apayrı bir yapıya bürünmüştür. Dolayısıyla enflasyonun pek çok çeşidi ile oluşmuş bir sarmaldan ve bu sarmalla mücadeleden söz ediyorum…
Birçok cephede mücadele
Diğer taraftan ekonomideki yapısal sorunlar nedeniyle önemli bir kur kırılganlığımız var. Bu kırılganlığı çözmek bir çok kilidin açılmasına imkan tanıyacaktır. Kur kırılganlığını çözmenin birinci yolu da ülkeye döviz getirmekten geçmekte. Ancak dış konjonktüre bakıldığında, hiç de lehimize olmayan gelişmeler var. Bunlardan ilki, aşağı yönlü baskı gören lira ve arz kaygılarıyla yukarı yönlü giden petrol fiyatları…
Öncelikli olarak dolar kuru ve petrol fiyatlarının yükselmesi, enflasyonla mücadelenin önündeki önemli bir engel. Bu durumda hem kurdan hem de ithal girdiden ötürü iki kat darbe alıyoruz. Yine en yüksek düzeyde ihracat pazarımız olan Avrupa, özellikle Almanya’daki durgunluk ve euro/dolar paritesindeki kayıplar, ülkeye döviz kazandırılmasının önünde bir engel oluşturmaktadır.
Her ne kadar şu an dünyada para, güvenli liman algısıyla dolar, İsviçre Frangı ve altın gibi yerlere gidiyor gözükse de ekonomi yönetiminin yapmış olduğu dış yatırım turları ve de ekonomide geleneksele dönüş, ülkemiz lehine algı oluşturmaktadır. Sonuç olarak dünyada dolaşımda çok yüksek miktarda bir para var ve tam da bu nedenle algıyı değiştirmek oldukça mühim…Bu hafta verilecek TCMB faiz kararı da yine bu nedenden ötürü çok önemli…
İşte o yüzdendir ki; ekonomi yönetimi için dış politikada normalleşmeye yönelmek ve yabancı sermaye çekmek kadar iç gündemimizi doğru yönetmek de çok önemli. Yani aslında Türkiye’nin aynı anda birçok cephede verdiği mücadele birbirini destekler nitelikte…
En büyük artış KDV ve ÖTV'de Özet olarak para politikasında doğru bir yol izlendiğini söyleyebilirim. Fakat maliye tarafında verilen bütçe açıkları ne yazık ki bu duruma paralel gitmemekte.
Son açıklanan merkezi yönetim bütçesi rakamlarına göre iki aylık art arda gelen bütçe fazlasının ardından eylül ayında 129 milyar lira açık verildiği görülmekte, ocak-eylül döneminde ise açık 512 milyar 602 milyon TL’ye ulaşmaktadır.
Açığın bu kadar yüksek olmasındaki temel neden eylül ayı bütçe giderleri kalemindeki artıştan anlaşılıyor; deprem harcamaları nedeniyle sermaye transferleri yüzde 1480,5 olarak kaydedilmiş.
Bütçe gelirlerine baktığımızda ise vergi gelirlerindeki artışta en yüksek payın sırasıyla yıllık bazda KDV ve ÖTV’de olduğu, doğrudan vergi türü olan kurumlar vergisi artış oranının ise daha düşük gerçekleştiği göze çarpıyor.
Vergi gelirlerinin doğrudan yerine dolaylı yani fiyata yansıtılan vergilerden oluşmasının enflasyonist olduğunu biliyoruz.
Depremin etkileri hariç tutulduğunda ise, giderlerde en yüksek payı faiz ve personel giderleri oluşturmakta… Buradan da özellikle kamu üzerindeki kısa vadeli borçlanma ve fazla istihdamın yükünü görebilmekteyiz.
Toparlayacak olursam; enflasyonla mücadele sadece reel kesim ve hane halkının değil kamunun da dahil olduğu topyekün bir mücadeleyle yapılmalıdır.
Para politikasının uygulamak zorunda kaldığı sıkılaşmanın yaratacağı (hiç istenmese de) faiz maliyetinin yükü bütçe disipliniyle ve vergi reformuyla desteklenmediği sürece enflasyonla mücadelede istenen sonucu almak için daha uzun bir süre gerekecektir.
ÖZÜR DİLERİZ ÇOCUKLAR…
Özür dileriz çocuklar… Hem sizden hem de sizin gibi on binlerce savaş mağduru olan günahsız çocuktan. Sizleri koruyamadık özür dileriz… Savaştaki tüm günahsız çocuklar için, vicdanı yok olan dünya için ve yok olmuş insanlık için ağlıyorum günlerdir…
Kendimi koyuyorum o annelerin yerine; dayanamıyor yüreğim. Düşüncesi bile çıldırtıyor ve yıkıyor beni… Savaşta çocuk olmak; kopan onca gürültü arasında küçücük ayaklarınla büyük adımlar atmaya çalışarak oynadığın sokaklardan kaçmak demek… Savaşta çocuk olmak annesiz-babasız, yersiz-yurtsuz, kimsesiz ve en önemlisi umutsuz kalmak demek…
Savaşta çocuk olmak büyüyememek ya da bir daha hiç çocuk olamamak demek…
Bunları düşündükçe ağlıyorum günlerdir…
Bu dünyanın iki yüzlülüğünden nefret ederek, bu zulüm karşında sessiz kalan tüm dünyaya hayret ederek, olmayan uluslararası hukuk karşısında ağlıyorum günlerdir… İçim buruk, kalbim kırık, gözlerim nemli ama halen bir umut var içimde…
Bu dünyada yaşayan iyi insanların ve de vicdanlı olanların sesinin daha gür çıkacağına yönelik bir umudum var…
Dünyanın, ölmüş olan insanlığı ve çürümüş vicdanı karşısında tekrar silkeleneceği ve bu savaşa yüksek sesle bir “dur” diyeceği yönünde bir umudum var.