100 bin ihracatçı 2023’te ne satabilir?

Taylan ERTEN
Taylan ERTEN ANKARA'dan [email protected]

 

Dünya Ekonomik Forumu (DEF) 2013-2014 Küresel Rekabet Gücü Raporu’nda Türkiye’yi 148 ülke arasında 44'üncü sıraya koydu. DEF’in 2012-2013 raporunda Türkiye 144 ülke arasında 43'üncü, 2011-2012 raporunda 142 ülke arasında 59'uncu sıradaydı.
Forum, ülke değerlendirmelerinde rekabet gücünün önemli unsurları olarak inovasyon (yenilik) ve kurumsal yapılanmada kaydedilen gelişmeleri dikkate almış. Son 3 yıllık seriye bakılırsa Türkiye’nin durumu fena gözükmüyor.
Ekonomilerin rekabet gücü “küresel cangılda” çok önemli bir faktör. Arkasında, ekonominin üretim yapısı, ürün yelpazesi, Ar-Ge, buluş, bilgi, yenilik ve tüm bunları küresel pazarlarda dövize çeviren “ihracat kapasitesi” var. Bu kapasite zayıfsa rekabet gücü ne kavram ne de getiri olarak anlam ifade eder.
Rekabet gücü kavramı “2023 Türkiye İhracat Stratejisi ve Eylem Planı”na da yön veriyor. Dikkati çeken hedeflerden biri ihracatçı firma sayısı; 2012 yılında 50 bin görünüyor. Oysa hedef aşılmış, 56 bine ulaşmış. 2023 yılı hedefi de 100 bin. İyi de, firma sayısının rekabet gücü ile ilgisi var mı? Var.
Çünkü, Türkiye, stratejide öngörüldüğü üzere, 2023 yılında 500 milyar dolarlık ihracat seviyesine erişecekse, sanayi esastan yenilenmek zorunda. Bu çetrefil mesele çözülmeden ihracatçı sayını artırmak fazla anlam taşımaz.
   
Rekabet sadece fiyat değil

Sanayi mevcut yapısını koruduğu sürece 56 bin ihracatçı bile çok. Daha fazla firma, dünya pazarlarına sanayinin şimdiki konvansiyonel üretim yelpazesinden daha farklı ne bulacak da satacak? Strateji belgesini oluşturanlar da durumu bildikleri için, ihracatçı sayısını 100 bin hedeflerken şöyle yazmışlar:
“Böyle bir hedef küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin yurt içi üretimin yanı sıra ihracata da yönelmesiyle mümkün olacaktır. Bu sebeple (…) başta KOBİ’ler olmak üzere ihracatçı firmaların, üretim alt yapıları ile Ar-Ge ve inovasyon yeteneklerini geliştirerek rekabet güçlerinin artırılması, ihracata yönlendirilmeleri ve uluslar arası pazarlarda tanınmalarının sağlanması hedeflenmektedir.”
Türkiye, KOB’lere dayalı ihracat atılımını ancak üretim yapısını değiştirerek, Ar-Ge ve yenilik yeteneklerini geliştirerek yapabilir. 2023 yılı hedefine sıçramanın tek yolu, bu.
Strateji belgesinde, Ar-Ge/GSYH oranı, özel sektör Ar-Ge harcamaları, özel sektör Ar-Ge harcamalarının ihracata oranı, üniversite-sanayi işbirliği kaynaklı proje sayıları gibi göstergeler veriliyor. Bunlar, ileri teknolojiye dayalı ihracat ürün kapasitesinin artırılması hedefiyle ilişkili.
Şöyle: Ar-Ge/GSYH oranı 2010 yılında yüzde 0,84. Strateji belgesinin 2009 yılında uygulamaya konulduğunu hatırlatarak, bu oranın 2011 yılında yüzde 1, 2012’de yüzde 1,25, 2013’te yüzde 1,5 e çıkarılması hedefleniyor. Bunlar da iddialı ama asıl iddia 2014’te başlıyor; yüzde 1,75 Ar-Ge/GSYH oranı. 2015 yılında da  yüzde 2. 2015-2023 yılları arasında da 1,5 puanlık artış öngörülmüş.
   
Acaba?    
                                         
Ar-Ge oranı, ihracatta yenilikçilik ve ileri teknolojili ürün kapasitesini büyütme amaçlı bütün göstergelerin belirleyicisi, temel oranı. Harcamalar artırılmadan hedeflere erişmek hayal. Bu yönüyle, stratejinin ilk 3 yılı hayal kırıklığıdır: 2009 yılında  yüzde 85, 2012 yılında yüzde 0.86. 2013 için yüzde 1’den söz edenler varsa da bilinen durum bu.
TÜİK dahil kaynaklar, Ar-Ge harcamalarının bu düzeyde çakılıp kaldığını teyit ederken, strateji belgesinde 2013 yılı hedefinin yüzde 1,5 öngörülmesi hangi olabilirlik hesabına dayanıyor, belli değil. Hedefler gerçeklerden kopuk görünüyor.
Hedefler gerçeklerden o kadar kopuk ki, belgeye konulan oranlarla, gerçekleşen Ar-Ge harcamaları arasında doğrusal ilişki kurmak mümkün olmuyor. TÜBİTAK’ın “Ulusal Bilim,Teknoloji ve Yenilik İstatistikleri” derlemesinde “Gerçekleştiren Sektörler Bazında Ar-Ge Harcamaları Oranı” başlıklı bir bölüm var, tablo şöyle:
Üniversitelerde 2009 yılında yüzde 47,4 olan Ar-Ge oranı 2010 yüzde 46, 2011 yüzde 45,5. Özel sektörde 2009 yüzde 40, 2010 yüzde 42,5, 2011 yüzde 43,2. Kamuda ise 2009-2011 arasında ortalama yüzde 11. 
Özetle, gerileyen üniversite ile sanayiye ne sağladığı bilinmeyen kamu oranları dahi hedefleri şüpheli kılmaya yetiyor. Bir de, mühendis istihdamından bile kaçınan KOBİ yapısıyla, hedefler nasıl gerçekleşir? Bu tablo karşısında DEF’in verdiği 44'üncü rekabet gücü sırası acaba gerçeği ne kadar yansıtıyor? 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Atilla Karaosmanoğlu 13 Kasım 2013